İstanbul
Açık
16°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce

BİR DELİNİN AKIL DOLU DİLEKÇESİ

YAYINLAMA:

Bugün sizlerle, bir dilekçeyi paylaşmak istiyorum. Öncelikle bu dilekçeyi 15 Temmuz hâin darbe girişiminin ve bu ihânete karşı yazılan destânının yıldönümünde yayınlamamın sebebini belirtmek isterim. Bu milletin içinde kim deli, kim veli belli olmaz. İkisi meydana çıkınca da akan sular durur ve tersine akmaya başlar; şerler hayırlara tebdil olur.

Bu dilekçe, akıl hastanesinde yattığı için kendisine “deli” denilen, ama bence “akıl” denince ne anlamamız gerektiğinin güzel bir örneğini ortaya koyan bir metindir. Bu metin, İslâm’ın şeriat-tarîkat-hakîkat-mârifet seviyelerini hâl edinmiş bir kalemden dökülmektedir.

“1965 yılında vefat eden bir “deli”nin son dilekçesidir:

(Bir takım temennilerini ve ruh hâlini içeren kayıtlardır.)

“Ben dünya küresi, Türkiye karyesi ve Urfa Köyünden, El-Aziz Tımarhânesi (Akıl ve Ruh Sağlığı Hastanesi) sâkinlerinden; ismi önemsiz, cismi değersiz, çâresiz ve kimsesiz bir abdi acizin, âhir deminde, misâfiri Azrail’i beklerken, başhekimlik üzerinden Hâkimler Hakimi’nin dergâh-ı ulûhiyetine son arz-ı hâlimdir:

Ben ğam (dertlilik) deryâsında, fakirlik vatanında, horluk ve rezillik kaftanında PADİŞAH yapılmışım.

… Meyvalardan dağdağana, çalgılardan ney-kemana kapılmışım… Benim yatağım, akasya dikeninden, yorganım kirpi derisinden farksızdır. Kalbim Ayizman’ın (Hitler’in işkenceci Nazi Komutanı) fırını ve sahranın çöl fırtınasıdır.

Ruhum,âşık-ı Hüda Mahbub peresttir. Lâkin aklım kaderin cilvesi ve tâlihin sillesiyle gurestir (gelgittir). Bana gelen derd ü gâmın kilosu beleştir. Nerde bir güzel varsa, bana karşı keleştir (yüz vermez, cesaretlidir). Bütün yiğitler de bana hep ters ve terestir. Aylar geçti, tek temizliğim, gözyaşıyla ve kara toprakla aldığım teyemmüm abdestidir. Yâni, içtiğimiz kezzap suyu, mezemiz ise ateştir.

Ol Resul-i zîşan ve Sultan-ı dücihan, Cenâb-ı Allah’ın insanları dünya, dünyâyı ise insanlar için yarattığını; ruhları vücut için, vücutları ise ruhlar için yarattığını; erkekleri kadınlar, kadınları erkekler için yarattığını; Cenneti mü’min kullar, mü’min kulları da cennet için yarattığını; cehennemi inkârcılar ve münâfıklar, inkârcıları ve münâfıkları da cehennem için yarattığını, hadisleriyle haber vermiştir. Peki acaba benim gibi meczup divâneleri ne maksatla halk etmiştir? Bilen babayiğit, meydana çıkıp söylesin… Allah sana iman verdi sen tuğyan edersin. O, in’am etti, sen küfran (nankörlük) edersin. O, ikram etti, sen inkar edersin. O, ihsan etti, sen isyan edersin. Bir de kalkıp bana deli divâne diye bühtan edersin!..

Bu söylediklerimin hepsi rûhumun içinde cenk etmektedir. Eğer dilekçemin cevâbı gelirse, bu manevralar sona erecektir. Şimdi adresimi arz ediyorum: Kur’ân’ı geldiği yere, yine Kur’ân’ı getiren geri taşısın. Mâdem ki ahkâmı ve ahlâkı kalmadı, Kur’ân’ın kâğıdı ve yazısı neye yarasın?! Tâki Hz. Muhammed Mehdi (A.S) gelince yeniden okunup yaşansın!

Ey zerrelerden kürrelere, yerlerden göklere bütün âlemlerin Rabbi!.. Ey cemâdî, nebâtî, hayvânî, insânî, rûhânî ve nûrânî her şeyin ve herkesin yegâne sâhibi!… Ey iman ve şuur ehli kalplerin en yüce habibi!.. Ey dertli bedenlerin kederli gönüllerin ve yaralı yüreklerin tabibi!. Ben biçâre kulun ki; garipler garibi, hüzünlerin esiri, zulümlerin muzdaribi, öksüz, yetim ve sâhipsiz bir tımarhâne delisi… Ama kutsi muhabbet ve hasretinin divanesi!… Herkesi ve her şeyimi elimden aldın, ama sana sığındım; aşkına sarıldım, yegâne Sen kaldın!.. Yurdumdan yuvamdan, evimden barkımdan ayırdın; gurbete ve hasrete saldın, ama onları ararken Sana ulaştım, sevdâna daldım! Böylece fânî ve hayâlî görüntülerden kurtarıp hakikî tecelline mazhar kıldın.

Yüceler yücesi Rabbim, Efendim!

Haktan saparak ve haddimi aşarak, haşa Sen’den, Burak bineği, Cebrail seyisi, Sidretül Münteha menzili, cümle mahlûkatın en şereflisi, Rahman’ın en mükemmel tecelli ve temsilcisi… Kâinatın fahri ebedîsi, âhir zaman Nebisi ve Mehdisi, Levh-i Mahfuzun (Kader projesinin) tercümânı ve tebliğcisi, Efendiler efendisi Hz. Muhammed sallallahu aleyhi vesellem’in mahbûbiyetini mi istedim?!

Hanif dinin üstâdı ve nice Nebilerin atası Hz. İbrahim’in haliliyetini, Hz. Süleyman’ın saltanat ve servetini, Hz. Musâ’nın celâdet ve cesâretini, Hz. İsa’nın ruhâniyetini mi istedim? !

Hz. Ebu Bekir Sıddık’ın yüksek fazilet ve kurbiyyetini, Hz. Ömer’ül Faruk’un dirâyet ve teslimiyetini, Hz. Osman’ı zinnûreynin asâlet ve sehavetini, Hz. Aliyyül Murtaza’nın ilim ve velâyetini mi istedim?!

Senden mülk ü hâkimiyet, şan ü şöhret, mal ü servet mi talep ettim? Senden vücûduma sıhhat ve âfiyet, aklıma ziya ve selâmet, hayâtıma huzur ve istikamet dilendimse, bunlar için de bin kere tevbe ettim! Çünkü Şeriat’ın iptal, tarîkatın ihmâl, hakikatın ihlâl ve mü’minlerin iğfal edildiği bir zillet ve rezâlet döneminde, bana akıl ve mükellefiyet verseydin, bu sâdece benim mesûliyet ve mahzûniyetimi ziyadeleştirecekti!

Sultanım Efendim!

Ben Sen’den sâdece Seni istedim. Pahası elbet böyle yüksektir ve tüm sevdiklerimi ve sâhiplendiklerimi uğruna feda etmektir. Rabbim, elbet vardır hikmeti ki, bu kuluna böyle zillet ve zahmet çektirirsin. Ben haşa itiraz değil, naz ederim ama, umarım Sen niyaz kabul edersin. Aile efrâdımı, akl-ı izânımı alıp beni hicrâna saldın. Ama yine de şükür; ya akıllı kalıp ama hâin ve hilekâr olaydım… Ya varlıklı kalıp ama zâlim ve sahtekâr olaydım… Ya âlim ve saygın kalıp ama gafil ve riyakâr olaydım… Ya arkalı etraflı kalıp ama azgın ve zulümkâr olaydım… Ya sağlıklı sefâlı kalıp ama, sapıtmış, ahlaksız ve vicdansız olaydım!..

Derd ü belâ ki, sabredenlerin vesile-i mirâcıdır. Müminler kalbimin tâcı, mücrimler rahmetin muhtâcı, münkirler hikmetin icâbı, sâdık ve âşık ehl-i cehd adâletin ilacıdır. Velâkin bu münafık, hâin ve zâlimler ise çıbanbaşıdır, akrep gibi sancıdır; şerefli insana, helâli dışında bütün kadınlar kızlar, ana-bacıdır.

Ey Rabbim Efendim!

Malum-u âliniz ve zâten yüce takdirinizdir ki; ne özenli-bezekli elbiselerle gezdiğim bayramlarım oldu, ne onurlu ve huzurlu seyahatlerim ve seyranlarım oldu… Ne etrâfımda hizmet ve rağbet gösteren dostlarım ve hayranlarım oldu!.. Lezzet ne imiş, izzet ne imiş ve fazilet ne imiş tatmadım. Ama şikâyet şekâvettir; bütün bu fâni ve fena nimetlerin asıl sâhibi olan Padişahlar Padişahını buldum… Beni yoktan var ettin, îman ve hidâyet buyurup varlığından haberdâr ettin, ama aklımı alıp kulunu bi-karar ettin, sana sonsuz şükürler olsun!..

Şimdi son dileğim, beni yanına al ve bir daha huzûrundan ve sonsuz nurûndan ayırma, ne olursun! Umarım bu dilekçeyi yazdım diye bana darılmazsın; çünkü zâten Zâtından gayrıya yalvarıp yakarmanın ŞİRK olduğunu buyurdun!”

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...