İstanbul
Açık
10°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce

YAŞAM VE BEKLENTİLERİMİZ!

YAYINLAMA:

Bugün hafta sonu. Her zaman olduğu gibi hafta sonları pazar ve pazartesi günleri yayınlanacak olan yazılarımdan ilkini yazmak üzere bilgisayarımın başına geçtim. Aklımda olan birkaç konu ile ilgili yazacaklarımdan ilkini yazmaya başladım ama yazacak o kadar çok şey olmasına rağmen birinci paragraftan ileri gidemedim. Aklım hep yaşadılarımızın üzerimizde bıraktığı olumsuzluklara takılıyordu ve ikinci paragrafa, diğerlerine, kısacası yazıya devama asla izin vermiyordu.

Aklımdaki konulardan diğerleriyle ilgili yazma hamlelerini de denedim ama onlarda da farklı bir durum olmadı.

Kısacası, olmuyordu. İçimde her zaman varolan, öne çıkan yazı yazma isteğimi bir türlü harekete geçiremiyordum. Birkaç kez bilgisayarın başından kalktım, kahve molası verdim, meyve yedim ama beklediğim o isteği tam olarak yakalayamadım.

Yazmaya çalışsam bile aklım; son günlerede yaşadıklarımızdan; haber ve yorumların neredeyse tümünü kaplayan Suriye meselesine, oradan gelip yüreğimizi dağlayan şehit haberlerine, ekranlara yansıyan anaların feryatlarına, bu son yaşananlardan sonra unutuk gibi duran, ama zaman zaman kafamıza takılan hayat pahalılığının yarattığı geçim sıkıntısının sosyal yaşamımıza yüklediklerine ve yılların gazetecisi olarak gazetecilerin yaşadıklarına ister iistemez taklıveriyordu.

Çok zorlandığımı hissedince arşivimdeki var olan yaşam öykülerine başvurduğum gibi, bugün de güzel olan bir tanesini buraya aktrıp günü kurtarayım dedim.

Çok beğendiğim bir öyküyü, yazdım, güzel de oldu. Bakalım sizler beğenecek misiniz?

***

Beş Türk arkadaş, işçi olarak çalıştıkları Avustralya'dan Türkiye'ye tatile gelmek üzere uçağa binerler..
Tabii ki uçakta değişik uluslardan yolcular vardır.
Kalkıştan iki saat sonra pilot aniden hostesleri çağırır ve; "Uçakta çok kötü bir durum oldu, uçak düşmek üzere. Tüm yolculara atlamalarını söyleyin. Şu anda deniz üzerindeyiz ve denize çok yakın uçuyorum ,atlarlarsa kurtulma şansları var, ama atlamazlarsa, maalesef ki herkes ölecek!" der..
Tehlike ne kadar büyük olsa da, gelen tehlikeyi tam olarak kavramadan, görmeden, böyle bir şeyi insanlara yaptırmak oldukça zor, hatta imkansız gibi bir şeydi.
Hostesler toplanırlar, böyle bir anonsu ve yapmaları gerekeni kısa sürede anlatmanın çok zor olduğunu biliyorlardl. Çaresizdirler.

Hosteslerden en akıllısı ve pratik zekalısı, düşünür, taşınır, çok ilginç bir yöntemle insanları ikna edebileceğini düşünür ve arkadaşlarına bu düşüncesini anlatır, onları da ikna eder. “Herkese uygun bir dille anlatılırsa uçaktan atlamaları sağlanabilir” diye karar verir.

Ve ilk anos için, teknoloji oburu Amerikalı kafilenin yanına gider: Ve o çok zor anonsunu yapar;
“Sayın yolcularımız; üzerinde bulunduğumuz alan Japonların araştırma laboratuarlarıyla kaplı. Eğer oraya ulaşırsanız tüm Japon teknolojisi sırlarını kaparsınız!”
Bütün Amerikalılar koşarak çıkışa giderler ve hiç tereddüt etmeden uçağın açık olan kapısından aşağıya atlarlar.
Sonra hostes, “yeni yerler keşfetme rüyaları” ile yanıp tutuşan İngilizlere yönelir:
“Sayın yolcularımız, şu anda dünyanın en geniş ve verimli sömürgeleri üzerindeyiz; eğer hemen duruma el koyarsanız, oraları sonsuza dek sizin olur!”
Bütün İngilizler hiç düşünmeden hevesle, güle oynaya uçaktan atlarlar.
Sıra Fransızlara gelmiş. Fransızları çok iyi tanıyan hostes:
“Bayanlar, baylar, affedersiniz rahatsız ediyorum; fakat rica etsem uçaktan atlar mısınız? Şimdiden teşekkür ederim.” der.
Fransızlar: “Tabii, mersi!’ deyip sırayla uçağın açık kapısından atlarlar!
Hostes bu kez sertliğe, kesin emirlere alışkın Almanlara yönelir:
“Atlayın aşağı çabuk!’ diye bağırır. Alman kafile “Heil!” diyerek hızla uçaktan atlar.
Veee sıra gelmiş bizimkilere..
Hostes yandan, yandan, muzipçe gülümseyerek koltuğa hafif yaslanır. Ve sıranın kendilerine gelmesini bekleyen beş Türk yolcuya döner:
“Siz var ya. Ben sizi bilirim! Buradan hayatta atlayamazsınız.”

Yazdığım gün kurtarmak için değildi.

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...