İstanbul
Parçalı bulutlu
15°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce

AİLE ŞİRKETİNİN ÖLÜMÜ

YAYINLAMA:

Türkiye’nin köklü aile şirketlerinden Altınoğlu Şekerleme, yıllara yenik düşüyor ve kapanıyor. Hikâyesinden alacağımız dersler var. 1922’de Rıdvan Şevki Altınoğlu (Şevki Usta) tarafından İstanbul Kadıköy’de kurulan aile şirketi, ikinci kuşakta evladı Rıdvan Altınoğlu tarafından sürdürülmüş. Anne tarafından üçüncü kuşakta kurumun yönetiminde olan Nezih ve Semih Cangökçe ile görüştük. Kuşaklar boyunca müşterilerine özel bir şeker tadı sunan aile şirketinin, 1951 ve 1956 doğumlu kardeşleri bakın neler söylediler:

“Bizim işimiz standart üretim konfeksiyon gibi değil. Ağız tadına hitap eden bir iş yapıyoruz. Başında durmamız şart. Kadıköy değişti, çevre değişti, insanların ağız tadı değişti. Şimdi her şey kafelere ve zincir mağazalara döndü. Çocuklarımız başka meslekler edindi, çoğu yurt dışında çalışıyor. Ablamın vefatıyla üretim yerimiz kapandı ve kat karşılığı inşaata verildi. Biz de kapanıyoruz. Her şeyin bir ömrü var…”

Yüzyılı görecek kadar ayakta kalmak bir aile işletmesi için gerçekten önemli bir başarıdır. Aynı tadı, nezaket odaklı müşteri ilişkisini, samimiyeti, kurum aidiyetini sürdürmek kolay iş değil. Ama kurum sahiplerinin de aktardığı gibi her şeyin de bir ömrü var. Her canlı sistemin vakti gelip zamanı dolunca hayatı sona eriyor.

ÖLÜM İŞİMİZE GELMİYOR

İşte bu bilinci, zihnimizde canlı tutmada giderek zorlanıyoruz. Zorlanıyoruz çünkü ölümlü bir hayat işimize gelmiyor. Her an ölebileceğimiz gerçeğini bilincimizin derinliklerine iterek ondan kurtulmaya çalışıyoruz. Ama her duygu gibi ölüm gerçeği de bilinç altına sığmıyor ve yukarıya çıkmak istiyor.

Gerek insanın gerekse insanın kurduğu sosyal sistemlerin bir ömrü olduğunu unutuyoruz çoğu zaman. Hayatı, sürekli olarak var olacağımız, her zaman aynı dinamik yapıda devam ettireceğimiz zannıyla yaşıyoruz ama öyle değil. Dalından düşen yapraklardan yıkılan devletlereve yanı başımızdan uğurladığımız canlara kadar her şey, bu döngünün en güzel ispatı oysaki…

Ruh yapımızla ilgili iki temel ilkeden biri; hayatın en büyük korkusu ve kaçınılmaz sonumuz olan ölüm gerçeğini, yaşamın içine çekerek arkadaş olabilmek, onunla birlikte yaşamak, beden ve ruh sağlığımız bakımından gereklidir ve önemlidir. Kısacası ölüm gerçeğiyle dost olmak, hayatımızı bir bütün olarak düzenlememiz, davranışlarımızı planlamamız ve disipline etmemiz bakımından bize iyi gelecektir. Bu idrak ile yaşamımız, dünümüz, bugünümüz ve yarınımız arasındaki dengeyi sağlayacaktır.

Ruh yapımızın dikkat çekmek istediğimiz ikinci ilkesi; hayatın dinamizmini yakalamak, yaşamın gerektirdiği değişimi zamanında göstermek, yenilenebilmek ve şartlar ne olursa olsun hayata yeni bir sesle karşılık verebilmektir. Diğer bir ifade ile ölümü dost edinebilmemiz kadar yaşamdaki kalıcılığımız için çaba göstermek de bize iyi gelecektir. Kısacası ölümü hayatımızın masasından kaldırmadan yaşamımızı en güzel, en uzun, en sağlıklı ve hakkaniyetli biçimde sürdürmek için çok yoğun bir çaba içinde olmalıyız.

Yoğun çaba diyoruz, zira dijital yaşamın hüküm sürmeye başladığı, insanın giderek bir tüketim aracına dönüştürüldüğü bir zamanda, hızla değişen çevreye uyum sağlamak giderek daha büyük önem kazanıyor.

DEĞİŞİM ŞART

Bir gün öleceğimiz gerçeği, hayatın gerektirdiği değişimden uzaklaşmayı, yeniliklerden kaçmayı ve hayattan kopmayı gerektirmez. Zira ölüm de bir dönüşümdür. Aynı şekilde ölümg erçeğini ihmal ederek, sürekli bir değişim ve başkalaşma çabası da faydalı olmaz. Şu halde maharet hayatın sonlu olduğu gerçeği ile insanın sonsuzu arzu etme gerçeğinin bir arada ve uyum içinde yaşama yansımasıdır.

Bunun içindir ki Antik Yunan düşünürü Platon; insanın, bir gün öleceği gerçeğinin, hayatın özünde yer alan değişimin özü olduğunu kavradığı oranda mutlu olacağını dile getirmiştir.

Gönül ister ki canlı bir sosyal sistem olarak başta örnek verdiğimiz aile şirketinin sağladığı başarı, üç kuşak değil fabrikalaşarak ve zincir mağaza olarak on üç kuşak sürebilsin. Zira örneğin Japonya’da yüzyıldır yaşayan yüzbinlerce aile şirketi varken biz de yüzyılı deviren aile şirketi sayısı otuz bile değildir.

Aile şirketinin, bir gün zayıflayacağı gerçeğini göz ardı etmeden ömrünü sağlıklı bir şekilde uzatması, her an değişen dünyaya uyum için aktif bir çaba içinde olması, sürdürülebilirliği bakımından gerekli ve önemlidir. Burada neye talip olduğumuz, kendimizden ne beklediğimiz de belirleyicidir .

Her sektörün ve işletmenin kendisine özel hassasiyetleri vardır. Temel bir ilke olarak aile şirketlerinin de; kendisini bu günlere getiren özellikleri, temel varlık nedenleri, öz değerleri, deneyimleri vardır ve bunları yitirmemesi elzemdir.

Bunun kadar elzem diğer bir konu ise aile şirketinin; gereken değişimi, yeniden yapılanmayı, emeğe kıymet veren profesyonelleşmeyi, insan odaklı kurumsallaşmayı zamanın da yapabilmesi ve yeni kuşakları işin gerçeklerinin içinde yetiştirmeyi başarmasıdır.

Not: Zayıflayan insani derinliğimizi güçlendirdiğimiz, hayatı ölüm gözüyle görebildiğimiz, hiçlik sınırına eriştiğimiz nice bayramlarımız olsun.

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...