İstanbul
Açık
12°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce

Anahtar Kelimeler (Kutsal-1)

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

Her ne kadar maddiyâtın öne çıktığı ve önceliğe sâhip olduğu, başarının sayısal sonuçlarla kazanıldığı, iş birliği yerine rekâbetin teşvik edildiği, fiziksel özelliklerin ön plânda olduğu kısaca materyalist bir dönemde yaşıyor olsak da, günün sonunda insanın mânevî tarafı kendini unutturmuyor. İlgi görmek isteyen çocuğun huysuzluk yapması gibi, mânevî tarafımız stres, bunalım, depresyon gibi sorunlarla bize kendini hatırlatıyor. Mânevî zâfiyetin bir yan etkisi olarak aynı zamanda sabırsız olduğumuz için, bu sorunlara kısa sürede sonuç sağlayacak çözümler üretiliyor. 

İş çıkışı arkadaşlarla zaman geçirmek, eve gelip hoş bir ortamda tütsü yakın meditasyon müziği olduğu iddia edilen müzikler dinlemek ya da hafta sonu bir yerlere “kaçmak” ya da şehir hayâtından kaçıp köye yerleşmek ve daha nice seçenekle bu soruna çâre arıyoruz. Ancak bu arayışların çoğu başarısız oluyor. Bu yüzden, materyalist hayattan kurtulamadığımız için hayâtımızı ikiye bölüyor ve âdeta çift kişilikliymişiz gibi iki hayat yaşıyoruz. Hayâtımızın birinde rasyonel ilişkilerden oluşan bir yaşam tarzına sâhipken, diğer hayâtımızda bunun tam tersi akıl dışı, sebep-sonuç ilişkisinden uzak, yâni kutsallaştırılmıştır nesnelerden oluşan bir yaşam tarzımız oluyor. Gerçek kutsalları unutup fetişleri kutsal hâle getiriyoruz. Pierre Bourdieu “fetiş” türüne “inanç, aşk veya estetik zevk nesnesi”(1) diyor. 

Bağlamdan koparılmış 

Kutsalsallaştırılmış nesne veya kişilerin en büyük ortak özelliği, kendi bağlamlarından koparılmış olmalarıdır. Dolayısıyla nereyle, kiminle ve hangi zaman aralığıyla bağlantısı olduğu bilinmez veya bilinmesi istenmez ya da bilinmesi önemsenmez. Bu yüzden aklî bir tanımlaması, eleştirisi, ele alınması mümkün değildir. Bütüncüldür, parçalarına ayrılamaz. O, odur; çünkü o, öyledir. Bir nesnenin veya kişinin fetiş seviyesinde kutsallaştırılarak bağlamsızlaştırılması, onu suistimâle açık hâle getirir, çünkü bütüncül ele alındığı için zayıf ve güçlü tarafları ayrıştırılamaz ve savunulması mümkün değildir. Savunulması gereken aklî, rasyonel bağlantıları ve bağlamı yok edilmiştir. “Akıl” kelimesinin Arapça’da etimolojik olarak hayvanın bir yere bağlanması demek olduğunu hatırlayarak söylemek gerekirse, aklî (rasyonel) olması, Türkçe’deki tam karşılığının “bağlam” içinde olması demektir. 

O nesne veya kişi, hangi anlam-değer dünyâsına, hangi zaman-mekân boyutuna bağlanarak önem kazanıyorsa, bu bağlam bilindiğinde o nesne veya kişi, kutsal olmaktan çıkar ve târihsel bir figür hâline gelir. Antik bir değeri, bâzı kişiler için hâtırası veya kültürel olarak kıymeti var diye saklanır, korunur, müzeye konur. Mesela Pirî Reis’in dünya haritasının neden değerli olduğu (ne zaman, hangi amaçla, kim tarafından yapıldığı, nasıl kullanıldığı vb.) bilinir. Bu değerin aklî bir karşılığı vardır. Bu yüzden kutsallaştırılamaz. 

Da Vinci’nin Mona Lisa tablosu da böyledir. Ama gerçekten var olduğu bile şüpheli olan Hz. İsa’nın çivilendiği çarmıh, bağlamından çıkarılmış ve haç şeklinde kutsallaştırılarak tam bir fetiş yapılmıştır. Aynı seviyede olmasa da Hırka-yı Şerif de benzer bir kaderi paylaşmaktadır. Hırka-yı Şerif’e Peygamber Aleyhisselâm’a âit olduğu ön kabûlü üzerinden bir kutsallık atfedilir. Oysa Hırka-yı Şerif’in kumaşının bilimsel analizi yapılıp kaç yıllık olduğu tespit edilmemiştir. Bunu teklif etmek kimsenin aklına gelmemiştir. 

Hele Sakal-ı Şerif için bunu teklif etmek büyük tepkilere bile sebep olabilir, çünkü bu teklifin kutsala bir saldırı olarak anlaşılması kuvvetle muhtemeldir. Bu gibi kutsalların kültürel olarak sembolik işlevlerini inkâr etmek, bağnaz bir pozitivist yaklaşım olur. Ama bu kutsallaştırma kültürünün akıldışı eylemlere sebep olabileceği unutulmamalıdır. Kur’ân-ı Kerim’den bir sûre ya da bir âyetin yazılı olduğu kâğıt, materyal olarak kutsal değildir. Neticede ne kadar kaliteli olursa olsun, tabiatta olan bir ağaçtan yapıldığı bilinmektedir. Hatta daha önce başka bir amaçla kullanılıp geri dönüştürülmüş de olabilir. Kutsal olan ne kâğıt ne de mürekkeptir; kutsal olan metindir. 

Metne duyulan saygı ve verilen önem, o metnin yazıldığı kâğıda da saygı duyulmasına ve önem verilmesine vesile olur. Ama bu saygı abartılıp Kur’ân-ı Kerim’i kırk kat ipek kumaşlara sarıp duvarlara asmak, sâdece abdestliyken ele almak gibi uygulamalar o metni bağlamından koparıp fetiş hâline getirmektir ve gerçek anlamdaki kutsallığına aykırıdır. Zira o metin bir kâğıtta yazılı olmasa da insanların aklındadır, dilinden dökülür, kulağıyla işitilir. Abdestsizken yazılı metne dokunmayı yasaklayan zihniyet, abdestsizken o metnin bir bölümünün işitilmesini nasıl engelleyebilir? 

(1) Pierre Bourdieu (2016). Sosyoloji Meseleleri. Heretik Yayınları. (s. 251)

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...