Hayatımızdan bir Joe geçti!
Ulusal kanallarda bir süredir yaprak kıpırdamıyor. Yeni bir dizinin başlamasını geçtim, başlamaya hazır projeler bile askıda bekliyor. Maliyetler yükseldi, reklam gelirleri düştükçe düştü. Herkes “şimdilik bekleyelim” diyerek projelerini rafta tutuyor. Hal böyle olunca ben de dijital platformlara şöyle bir baktım... Netflix’in çok izlenen dizisi “You”, 25 Nisan’da beşinci ve son sezonuyla yayına girdi. Joe Goldberg, sahnede son kez.

Bu karakteri izlemeye başlarken kimse beş sezon süreceğini tahmin etmemiştir. Ama sürdü. Çünkü Joe, izleyicinin kafasını karıştıran bir karakterdi. Yaptığı şeyler yanlıştı. Rahatsız edici derecede takıntılıydı, insanları takip ediyor, cinayetler işliyordu. Ama hele bir sorun, niye yapıyordu… Joe böyle seviyordu. Her sezon başka bir şehir, başka bir kadın, başka bir hikâyeyle devam etti. Ama Joe değişmedi. Ne yapacağını az çok biliyorduk. Ama yine de izledik. Çünkü o sinsi planlarıyla, bizi her defasında şaşırtmayı başardı. Yaptığı yanlışları savunma şekli ve olayları kendi bakış açısından sunuşu muazzamdı. Zaman zaman Joe’ya üzülürken bile kendimizi bulduk. Belki de “You” en çok bu yüzden milyonlar tarafından izlendi. Şimdi hikâye bitiyor. Joe’ya veda ediyoruz. Ben bu sezonu bir oturuşta izleyip bitirmedim. Her güne bir bölüm ayırdım. Çünkü Joe, öyle basit bir veda ile hayatımdan çıkmayı hak etmiyor.
Dememek mümkün değil!
Şaşaasız, debdebesiz, sessiz sedasız 17 Nisan’da Netflix’te çok güzel bir dizi başladı. Adı, “İstanbul Ansiklopedisi”… Büyük bir kampanyası yoktu, sokaklara afiş asılmadı, kimse “Bu diziyi mutlaka izleyin!” diye, bağırmadı. Ama izleyenler kendi aralarında fısıltıyla yaydı. Çünkü, iyi projeler kendi reklamını böyle yapar. İzledim ve gördüm ki bu övgüler boş değil… Oyunculuklar olağanüstü dengede. Ne kimse rol çalıyor, ne kimse sönük kalıyor. Yan rollerde bile izleyeni çeken bir denge var. Ama Müjde Ar’a ayrı bir parantez açmak gerek. Onu yıllar sonra izlemek, hele bu projenin içinde görmek ne büyük keyifti. Dizide İstanbul öyle güzel arzı endam etmiş ki, bakmalara doyamadım. İstanbul’umu fon yapmamışlar, ışıkları yanan pencerelerden süzülüvermişler.

Kimseye görünmeden çekivermişler, o evlerde tüm olup biteni. Mekanlar, ışık, kadrajlar her şey çok yerinde. Ama sadece görsellik değil, o görüntülerin içine yerleştirdikleri hayatlar da bir o kadar etkileyici. Ne bize tamamen uzak, ne de fazla tanıdık. İçinden geçtiğimiz ama üzerine fazla düşünmediğimiz hikâyeleri, incelikle anlatmışlar. Karakterler karikatür değil, fazla dramatik de değil. Gerçek gibiler. Hayat gibiler. Kurgu, sade ama güçlü. Hikâye ağır değil, tempo yavaş değil. Dizi akıyor. Üstelik sıkmadan, uzatmadan, lafı dolandırmadan. “İstanbul Ansiklopedisi” kendini izlettiriyor çünkü kendini anlatmaya çalışmıyor. İzleyicinin gözünü yormadan, duygusunu sömürmeden bir şehir ve birkaç hayat anlatıyor. Ve bunu öyle dengeli yapıyor ki, diziyi bitirince “iyi ki izledim” dememek mümkün değil.