
Depremin düşündürdükleri – II: Depremde iletişim alt yapısı neden çöker, ne yapmalı?
Geçen yazıda deprem uzmanı akademisyenlerin neden 180 derece zıt fikirlere sahip olduğunu ve niçin tekme tokat kavga ettiklerini cevaplamaya çalıştım…
Sebebi basitti: Depremin doğası ve Marmara Fayının çalışma mekanizması hakkında bizler cahilsek bile onların da bu konuda yeterli bilgiye sahip olduğu söylenemezdi. Çünkü mevcut teknolojiyle depremin zamanı, büyüklüğü ve bize yansıyan şiddeti hakkında net ve kesin bilgi verebilmeleri mümkün değildir. Böyle olunca, tıpkı sosyal bilimlerde olduğu gibi farklı öncelik ve varsayımları olan farklı hipotezlerin sahipleri birbirleriyle Tophane kabadayıları misali kavga ediyorlardı.
Kimse kendi tezinin yanlış olduğunu kabul edemiyor ve akademik kibir içinde boğuluyordu. Bugün şu soruyu cevaplamaya çalışacağım: “O kadar dron yaptık, bu kadar Teknofest yaptık!” diye övünen bir hükümetin yönetiminde, en ufak bir depremde, niye bütün iletişim alt yapısı çöker? İlk önce hemen belirteyim ki, bu soru ironi içermektedir, çünkü “İHA -SİHA” üretimi veya “TEKNOFEST” ile depremde iletişim yapısının çökmesi birbirinden apayrı konulardır. Hükümet, siyasi refleksle oy tabanını konsolide etmek veya yeni seçmen kazanmak için, teknoloji alanında gençleri teşvik edici ve milli savunmamızı güçlendirici yatırımlarını abartarak tanıtmaktadır.
Bunlar çok önemli işlerdir ve yetkilileri tebrik etmek gerekir. Ancak medyadaki propaganda o kadar abartılıdır ki, kahvehanedeki sıradan dayılar dünyada teknoloji lideri olduğumuzu düşünüyorlar. Sonra bir deprem olduğunda ve telefonlar çalışmadığında, burada duyulan mesnetsiz gurur yerini hayal kırıklığı ve öfkeye bırakıyor. Bu da oy kaybı demektir. Hükümete duyurulur.
23 NİSAN DEPREMİNDE GÖRÜLEN AKSAKLIKLAR
23 Nisan 2025 günü İstanbul'da meydana gelen 6,2 büyüklüğündeki deprem, can kaybı yaşanmaması açısından bir teselli olmakla birlikte hem toplumun hem de devletin bu tür afetlere ne denli hazırlıksız olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi. Bu olay hem topluma hem de yöneticilere ciddi bir uyarı niteliğindeydi. Aşağıda, bu depremin ardından ortaya çıkan temel eksiklikleri ve hazırlıksızlıkları özetlemeye çalıştım:
1. RİSKLİ YAPI STOKU VE YETERSİZ KENTSEL DÖNÜŞÜM
İstanbul'da yaklaşık 1,5 milyon binanın risk altında olduğu ve bunların üçte birinin acil dönüşüme ihtiyaç duyduğu belirtilmektedir. Ancak, 2012'de yürürlüğe giren 6306 sayılı Kentsel Dönüşüm Yasası'na rağmen, dönüşüm oranı yalnızca yüzde 10 seviyesinde kalmıştır. Bu, riskli yapıların büyük bir kısmının hâlâ dönüştürülmediğini göstermektedir. Genelde İstanbul’un semtleri depremde alacağı hasarın büyüklüğüne göre değil, müteahhitlerin kâr edebileceği lüks semtlerde kentsel dönüşüm yapılmaktadır. Yani deprem riskinden zenginler korunur, müteahhitler para kazanırken, garip gureba ve fakir fukaraya bu dünyada Cehennem yaşatılmaktadır.
2. TOPLANMA ALANLARININ YETERSİZLİĞİ VE İMAR SORUNLARI
1999 Marmara Depremi sonrasında belirlenen 470 toplanma alanının büyük bir kısmı imara açılmış, AVM'ler ve lüks konut projeleriyle doldurulmuştur. Bu durum, deprem anında halkın güvenli toplanma alanlarına erişimini engellemiştir. Yine yüksek gelirli kesimin ve müteahhit firmaların çıkarına kamu güvenliği ve sıradan vatandaşın can güvenliği tehlikeye atılmaktadır.
3. İLETİŞİM VE ULAŞIM ALTYAPISINDAKİ AKSAKLIKLAR
Deprem sonrası ilk 15 dakikada iletişimde ciddi aksamalar yaşanmış, mobil şebekeler çökmüş ve halk bilgiye erişimde zorluk çekmiştir. Ayrıca, acil ulaşım yollarının birçoğu otopark haline getirilmiş veya kapatılmıştır, bu da acil müdahale ekiplerinin hareket kabiliyetini kısıtlamıştır.
4. SAĞLIK VE EĞİTİM ALTYAPISININ YETERSİZLİĞİ
Deprem sırasında bazı sağlık kurumlarında hasar meydana gelmiş, bu da sağlık hizmetlerinin sürekliliğini tehlikeye atmıştır. Ayrıca, okulların afetlere dayanıklı hale getirilmesi konusunda yeterli adımlar atılmamıştır.
5. AFET YÖNETİMİNDE KOORDİNASYON EKSİKLİĞİ
Deprem sonrası kriz yönetiminde merkezi ve yerel yönetimler arasında yeterli koordinasyon sağlanamamış, bu da müdahale süreçlerini olumsuz etkilemiştir. Deprem sonrasında kurulan acil müdahale masasında Belediye temsilcileri yoktur.
6. TOPLUMSAL BİLİNÇ VE EĞİTİM EKSİKLİĞİ
Deprem anında yaşanan panik ve bilinçsiz davranışlar, halkın afetlere karşı yeterince eğitilmediğini göstermiştir. Bu durum, yaralanma ve can kaybı riskini artırmaktadır. Şimdi bu yazının ana konusuna geldik. Bu yazının konusu yukarıdaki 3 numaralı madde ile alakalıdır. Bu konuda açık medya kaynaklarından biraz araştırma yaptım. Sizler için aşağıda özetledim.
İLETİŞİM ALTYAPISINDAKİ AKSAKLIKLAR NASIL GERÇEKLEŞİYOR?
1. Aşırı Trafik (Aşırı Yüklenme – Network Congestion): Deprem anında herkes aynı anda yakınlarını aramaya, mesaj göndermeye veya bilgi almaya çalışır. Bu, baz istasyonlarının ve iletişim hatlarının kapasitesini aşan bir yüklenmeye yol açar. Her baz istasyonunun aynı anda bağlanabileceği sınırlı sayıda kullanıcı vardır. Normalde bu kapasite, günlük kullanım yoğunluğu göz önünde bulundurularak planlanır. Ancak afet anında bu kapasitenin 5-10 katına kadar talep gelebilir. Bu durumda, baz istasyonu yeni bağlantıları reddeder ya da servis kesintisi yaşanır. Bu, teknik olarak “network congestion” / “aşırı ağ yüklenmesi” diye adlandırılır.
2. Elektrik Kesintileri ve Yedek Enerji Sorunları: Baz istasyonları ve iletişim merkezleri elektrikle çalışır. Deprem anında elektrik hatları zarar görebilir, ya da tedbir olarak elektrik kesilebilir (yangın, kısa devre riskine karşı). Her baz istasyonunda genellikle birkaç saatlik batarya yedeği vardır ama uzun süreli kesintilerde bu bataryalar biter. Jeneratör varsa bile yakıt lojistiği bir sorun haline gelir. Özetle, fiziksel altyapı zarar görmese bile, elektrik kesintisi baz istasyonlarını devre dışı bırakabilir.
3. Fiziksel Hasar: Depremde baz istasyonları, fiber optik kablolar, veri merkezleri zarar görebilir. Özellikle yer altı fiber hatları kırılabilir, bu da ana omurgadaki iletişimi kesintiye uğratır. Bunun etkisi daha kalıcıdır çünkü onarım gerektirir.
4. Merkezileşmiş Sistemlerin Kırılganlığı: Türkiye'deki iletişim altyapısı büyük oranda merkezi veri merkezlerine bağlıdır. Bu merkezlerden biri hasar alırsa, geniş bir bölgenin iletişimi kesilebilir. Bunlar genel bilgiler. Allah göstermesin, büyük bir depremde karşımıza çıkabilecek sorunlar. Pekiyi 23 Nisan’da bunlardan hangisi etkili oldu. Sadece 1: Yani Aşırı Yüklenme. 2,3 ve 4’üncü maddeler için ağır fiziki zarar gerekmekte ki, bu da çok şükür, olmadı. AŞIRI
YÜKLENMEYLE HÜKÜMET NASIL BAŞ EDECEK?
Madem 23 Nisan’da ağır hasar yok, iletişim hatlarındaki kopukluk aşırı yüklenmeye bağlı, o takdirde bu sorun nasıl çözülebilir. İlk akla gelen iletişim hatlarının kapasitesinin arttırılmasıdır. Ancak bu da yüksek maliyet anlamına gelebilir. Şimdi bunu detaylıca tartışalım: Kapasite Ne Kadar Artırılmalı? Telekom operatörleri normal trafik yükünü dikkate alarak şebekelerini planlar. Genelde bu normal zamanın yükünün ihtiyaten biraz daha üstünde bir kapasite planlaması ile gerçekleştirilir. Tabii bu yük ilçeden ilçeye de değişmektedir. İstanbul gibi bir şehirde bu yük, genel olarak, zaten çok yüksektir. Ancak afet anında trafik yükü 5 ila 10 kat artabiliyor. Yani, bu anlık pik yük için kapasiteyi artırmak, şebekenin yüzde 500–1000 fazlasını yatırımla hazırda bekletmek anlamına gelir. Yani İstanbul gibi neredeyse 20 milyon kişinin yaşadığı bir metropolde, normal zamanda kullanılacak şebekenin 5 ilâ 10 katı büyüklükte bir şebekeyi, belki ancak 10 yılda bir kullanım için hazır bekletmek gerekir. Pekiyi pratikte bu mümkün müdür? Her zaman kullanılmayan bir kapasite için yüksek yatırım yapmak, özel şirketler için maliyet/fayda açısından rasyonel değildir. Bunu kamu yapsın dersek, bu da ciddi bir kaynak israfı ve sosyal refah kaybına yol açar. Bu yüzden aşırı kapasite kurmak yerine, trafik yönetimi (traffic shaping) ve yedek sistemler (mobil baz istasyonları, uydu destekli sistemler) gibi esnek çözümler tercih edilmelidir. Alternatif Çözümler Olarak Ne Yapılabilir?
1. Trafik Yönlendirme ve Önceliklendirme (Traffic Shaping): Acil durumlarda sesli aramaları sınırlayıp, SMS ve veri trafiğine öncelik verilebilir. SMS ve internet tabanlı mesajlaşma (WhatsApp, Telegram) daha az bant genişliği kullanır ve daha dayanıklıdır. Acil servisler için özel öncelik tahsis edilmelidir.
2. Taşınabilir/Mobil Baz İstasyonları (COW – Cell on Wheels): Afet sonrası hızla konuşlandırılabilecek mobil baz istasyonları, trafik yoğunluğu olan bölgelerde kapasiteyi destekleyebilir. İstanbul gibi metropollerde önceden belirlenmiş 50–100 stratejik nokta için bu mobil istasyonlar hazırda tutulabilir.
3. Uydu İletişim Destekli Sistemler: Kritik bölgeler (hastaneler, belediyeler, toplanma alanları) için uydu destekli yedek iletişim hatları kurulabilir. Bu sistemler, ana şebeke çökerse devreye girer.
4. Mesh Network (Örgüsel Ağlar): Toplanma alanları ve mahalle bazında bağımsız küçük ağlar (mesh network) kurularak bölgesel iletişim sağlanabilir. Bu sistemler cep telefonları arasında doğrudan bağlantı kurarak, merkezi şebekeye ihtiyaç duymadan çalışır.
5. Yasal Zorunluluklar ve Kamu Yatırımları: Kamu otoritesi (BTK gibi), özel şirketleri belirli bir minimum kapasiteyi ve yedek sistemleri bulundurmaya zorlayabilir. Bu, özel sektörün maliyetini artırır, ama kamusal yarar açısından gereklidir. Kritik altyapıların (baz istasyonları, fiber omurga) bir kısmı kamusal yatırım veya sübvansiyonlarla desteklenebilir.
ÖZET VE SONUÇ:
Fiziksel kapasiteyi 5-10 kat artırmak hem kamu hem de özel sektöre çok yüksek maliyet getirir ve kaynak israfı olabilir çünkü bu kapasite günlük kullanımda boşta kalır. Ancak trafik yönlendirme, mobil istasyonlar, uydu ve mesh ağları gibi esnek çözümlerle, maliyet etkin bir sistem kurulabilir. Bu karma model, Japonya ve Kore gibi ülkelerde etkinlikle uygulanıyor olduğunu açık haber kaynaklarında gözlemledim. Bu ülkeler sabit iletişim kapasitesini hafif artırıyorlar, ama esnek destek sistemlerine daha fazla yatırım yapıyorlar. Cumartesi günü depremle beraber hepimizin daha yakından ve açıkça gözlemlediği bir noktaya değineceğim: Deprem yönetiminin etkinliği ve iç siyasi dengesizlik.