Kurban Bayramı, kavurma bayramı değildir
Müslüman Kurban Bayramı’nın en önemli yükümlülüğü, dinin koyduğu ölçülerde zengin olan Müslümanların kurban kesmesidir. Kurban’ın kelime anlamı yaklaşmaktır. Dindeki anlamı da Allah’a yaklaşmak, O’na bağlılığını göstermek için koyun, keçi, inek, dana, deve gibi evcil bir hayvan kesmektir.
Kurban yükümlülüğü, hayvanı kesip kanını akıtmakla yerine getirilmiş olur. Yani bir insan kestiği kurbanın etinden kimseye bir gram vermese bile kurban kesme yükümlülüğünü ifa etmiş olur. Ama kurbanın sevabına tam olarak erişebilmek için onun etinden öncelikle muhtaçlara, sonra konu komşuya dağıtmak gerekir. Bu konudaki doğru tarz şudur: Kurbanın etini üçe ayırıp birini yoksullara, birini komşulara, birini de kendine ayırmaktır. Asrısaadetten (Peygamberimizin yaşadığı zaman) itibaren yüzyıllarca geçerli olan uygulama budur. Epeyi gerilere giden son yıllarda dinin emri olan bu uygulamadan sapmalar görülmektedir. Bu da haklı eleştirilere ve şikâyetlere konu olmaktadır.
Kurban kesen birçok kimse kurban etini paylaşma görevini göz ardı ediyor; “kanı dışarı, eti içeri” bencilliği ile davranıyor. Kurban etini ya dondurup ya da ondan kavurma yapıp dinin meşru saymadığı şekilde gelecekteki et ihtiyacını karşılıyor. Bu tutum da toplumda Kurban Bayramı’nın “kavurma bayramı”na dönüştürülmesi olarak görülüp kınanıyor.
Geçekten böyle bir tutum, Müslümanlıkta “takva” ya da “ihlas” denen Allah’a samimi bağlılıkla, ibadetlerini sırf Allah rızası için yapmakla bağdaşmıyor. Şunu çok rahat söyleyebiliriz: Toplumsal dayanışmayı en fazla önemseyen bayramlar Müslüman bayramlarıdır. Yetimin, yoksulun, kimsesizin, ihtiyaç içinde olanın aranıp sorulmadığı, kaderlerine terk edildiği bayramlar Müslüman bayramları olamaz!
Son zamanlarda sosyal medya platformlarında çok güzel, çok ibretli bir paylaşım dolaşıyor. İşte eksikli, fazlalı versiyonları da olan o paylaşım: “Kurbanda ne keseyim üstadım? diye sordum. Şöyle cevap verdi: Haram yemeyi kes, yalan söylemeyi kes, kul hakkı yemeyi kes, gıybeti kes, dedikoduyu kes, adam kayırmayı kes, kıskançlığı kes… Bunları kesmezsen ne kesersen kes beyhudedir!”
Gerçekten haramlardan, kötülüklerden uzak durmadıkça hangi ibadeti yaparsak yapalım, hangi fedakârlıkta bulunursak bulunalım maksada eremeyiz. Çünkü her türlü ibadetin özü, ruhu ve amacı bizi haramdan, kötülükten uzak tutmaktır. Kutlanmaya başlanmasının üzerinden yaklaşık 1450 yıl geçen bir bayramın alışkanlıklarında, uygulanmasında, yaşanmasında kaçınılmaz değişiklikler de olabiliyor. Bugün kurban kesen çok az insan kurbanını pazardan kendi seçebiliyor, kendi kesebiliyor. Bu işler hep bildik/tanıdık ehil insanlar aracılığı ile yapılıyor. Sınırı olmayan bir uzmanlaşmanın yaşandığı günümüzde haklı olarak herkesin her şeyden anlaması mümkün olmuyor.
Bundan atmış yıl kadar önce tanınmış yazar Yusuf Ziya Ortaç, “Kurban” adlı bir yazısında 25 yıl önce ölen babasıyla birlikte evlerinde son bulan kurban kesme geleneğini diriltmek için bir Kurban Bayramı’nda kurban kesme girişiminin hikâyesini anlatıyor. İlk zorluğun kurban seçmede başladığını, arkasından hayvana nasıl muamele edileceğinde, nasıl kesileceğinde vb.de nasıl zorluklar yaşadıklarını ışıklı bir Türkçeyle ifadeye koyuyor. Babasının bu konulardaki bilgi ve tecrübesini özlemle anıyor. Son 25 yılda babasıyla birlikte neler kaybettiklerine hayıflanıyor. (Bu yazı, tarafımızdan hazırlanan, Milliyet’in yayımladığı İslam Ansiklopedisi adlı kitapta yer alıyor). Şimdi kendi zamanımızda o atmış yıl öncekinden de farklı zorluklar, farklılıklar, uygulamalar ortaya çıktığını; daha fazla gelenekler-görenekler kaybedildiğini görmemezlik edebilir miyiz? İbadetlerin özü ve ruhu aynı kalmak şartıyla teferruatında ve uygulanmasında zamana, zemine göre kaçınılmaz farklılıklar olabiliyor. Önemli olan bunların iyilik ve güzellik yönünde olmasıdır.