İstanbul
Açık
15°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce

Türkiye ve Türk kimliği II – Türk kimliğinin tarihsel ve genetik kökenleri

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

Bir toplumun kimliği denince bugünlerde ilk akla gelen – açıkça söylenmese de- ırkıdır. Küresel emperyalizmin etki ajanları eliyle Türkiye’de son kırk yıldır bu algı sürekli teşvik edildi. Irkın bir toplumun tarih öncesi çağlarında kapalı bir coğrafyada kapalı bir topluluk olarak yaşaması sonucunda insanların sahip olduğu genetik yakınlıktan kaynaklandığından geçen yazıda bahsetmiştik. Modern toplumlar dil ve kültür etrafında şekillenmiş kavimler temelinde oluşmuştur. Birkaç istisna haricinde her kavmin farklı ırkların melezlenmesi ve tarih içinde ortak bir kültür üretmesiyle oluştuğundan da söz etmiştik. Bugün Türkiye’de bizim bildiğimiz 1000 yıl içinde oluşan Türk kimliğini inceleyeceğiz. Ancak öncelikle Türk Kavminin daha buraya gelmeden önce birbirinden farklı ırkî özellikler özellikler içeren Boylardan oluştuğundan bahsetmemiz gerekir.

Türk kavmi genel olarak Oğuzlar, Kıpçaklar, Karluklar ve bugün Çuvaşlar ve Kazan Tatarları tarafından kısmen temsil edilen ama genel olarak tarihten adlarıyla silinmiş Kumanlar olmak üzere dört ana boydan oluşur. Bunlar her biri zaman içinde birbirinden giderek farklılaşmış Türk lehçeleri konuşurlar. Roma, Çin ve Pers kroniklerine göre Oğuzlar beyaz tenli, siyah veya kumral saçlı, çoğunlukla koyu renk gözlü, orta boylu insanlardır. Buna karşın Kıpçaklar Oğuzlara göre daha çekik gözlü, siyah saç ve koyu renk gözün daha baskın olduğu ırki özelliklere sahiptir. Karluklar fizyolojik özellikler olarak Oğuzlar ile Kıpçaklar arasında bir yerdedir. Öte yandan Kumanlar ise açık tenli, kumral veya sarışın adeta Vikinglere benzeyen bir Boydur. Bunların hepsinin ortak özelliği aynı göçebe yaşam tarzı ve ekonomi politiğine sahip olmaları, Gök Tanrı dini ve (farklı lehçelerle de olsa) Türkçedir. Bugün Türkiye, Gagavuzya, Kıbrıs, Azerbaycan, İran, Balkan ve Türkmenistan Türkleri Oğuz Boylarından gelir. Kazakistan, Kırgızistan ve Rusya’daki muhtelif özerk Cumhuriyetlerdeki Türkler Kıpçak asıllıdır. Özbekistan ve Doğu Türkistan Türkleri Karluk’tur. Çuvaşistan ve Kazan Türkleri, artık asimile olmuş Bulgar Türkleri ve Macarlar (Macarlar Fin – Türk karışık atalara sahiptir) ise Kumanların torunlarıdır.

Bugün Türkler arasında yapılan genetik araştırmalar Türkiye Türkleri ile yüzde 95’in üzerinde genetik yakınlık bulunan hakların Azerbaycan, İran, Kuzey Irak ve Kuzey Suriye ile Balkanlar olduğu görülmektedir. Bu bölgeler Selçuklu ve Osmanlı’yla beraber gelen Oğuz Türklerinin yerleştiği bölgelerdir. Bundan doğal bir sonuç olamaz. Orta Asya’da kalan ve zamanla Moğollarla karışan Türkler ile Anadolu Türkleri arasında genetik yakınlığın az olması doğaldır. Çünkü tarih öncesinden beri bu boylar birbirinden farklı genetik özellikler içermektedir.

Şimdi konumuza girelim. Oğuz Türkleri nasıl ve ne zaman Batı Asya’ya geldi? Burada ne yaptılar ve nasıl bir tarihi ve kültürel bir macera yaşadılar? Başlayalım.

GİRİŞ

Bu dizinin ilk yazısında ırk, kavim ve millet kavramlarının tarihsel ve sosyolojik ayrımlarını ele almıştık. Bu temel kavramsal çerçeve ışığında, bu yazımızda Türkiye’deki Türk kimliğinin tarihsel ve genetik kökenlerini derinlemesine inceleyeceğiz. Türkiye’nin coğrafi konumu ve zengin tarihsel birikimi, kimlik tartışmalarını karmaşık ve çok katmanlı hale getirmiştir.

Oğuzların Orta Asya’dan Anadolu’ya göçüyle başlayan süreç, Selçuklu ve Osmanlı dönemleri boyunca şekillenen kültürel ve siyasi dinamiklerle devam etmiştir. Günümüzde yapılan genetik araştırmalar ve arkeogenetik bulgular, bu tarihsel sürecin genetik miras üzerindeki etkilerini ortaya koymaktadır. Ancak genetik veriler, tek başına kimliğin tüm boyutlarını açıklamakta yetersizdir; dil, kültür ve tarihsel deneyimler de kimlik oluşumunda belirleyicidir.

Bu yazı dizisinde, tarih, genetik ve sosyolojik perspektifleri bir araya getirerek, Türkiye’de Türk kimliğinin çok katmanlı doğasını bilimsel bir temele oturtmayı amaçlıyoruz. Bu bağlamda, okuyucuları Türkiye’nin kimlik yolculuğuna davet ediyoruz.

OĞUZLARIN ORTA ASYA’DAKİ KÖKENLERİ VE GÖÇLERİ

Oğuzlar, Türk tarihinin en önemli boylarından biri olarak Orta Asya'nın güneybatısında, bugünkü Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan’ın güney kesimleri ve İran’ın kuzey bölgelerinde tarih sahnesine çıkmıştır. Oğuzlar, Orta Asya’nın çeşitli bölgelerinde farklı kabileler halinde yaşamış, ekonomik olarak genellikle göçebe hayvancılıkla meşgul olmuşlardır. Bu coğrafya, zengin tarihî olaylara ve farklı kültürlerle etkileşimlere sahne olmuştur.

11. yüzyıldan itibaren Selçuklu Devleti’nin kuruluşuyla birlikte Oğuzlar, Orta Asya’dan batıya doğru geniş çaplı bir göç dalgası başlatmışlardır. Bu göçler sadece nüfus hareketi değil, aynı zamanda kültür, dil ve dinin yayılması anlamına geliyordu. Selçuklular, İran, Anadolu, Irak ve Suriye topraklarında siyasi bir güç olarak yükselirken, Oğuz kimliği bu geniş coğrafyada yaygınlaştı ve derinleşti.

Göçlerin sebebi sadece siyasi baskılar değil, aynı zamanda bölgedeki Moğol istilası ve iç karışıklıklar gibi faktörlerdi. Moğol istilası Orta Asya’daki birçok Oğuz boyunun batıya, özellikle Anadolu’ya ve çevresine yerleşmesine neden oldu. Bu süreçte Oğuzlar, Anadolu ve çevresinde yerleşik toplumlarla kaynaşarak yeni kimlikler geliştirdi.

Göçler ve yerleşim sürecinde Oğuzların dili, kültürü ve sosyal yapısı korunurken, bölgedeki farklı halklarla etkileşim de kaçınılmaz oldu. Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde Oğuz kökenli Türkler, siyasi ve kültürel egemenliklerini pekiştirirken, Anadolu’nun tarihsel mozaik yapısını zenginleştirdiler.

Sonuç olarak, Oğuzların Orta Asya’daki kökenleri ve batıya göçleri, sadece tarihî bir hareket değil; Türkiye’de Türk kimliğinin temel dinamiklerinden birinin şekillenmesinde belirleyici bir rol oynamıştır. Bu süreç, hem genetik hem de kültürel mirasın oluşumunu sağlamış, Türkiye’nin tarihsel kimliğinin anlaşılması için vazgeçilmez bir konudur.

SELÇUKLU VE OSMANLI DÖNEMLERİNDE TÜRK KİMLİĞİ

Selçuklu Devleti, Anadolu’da 11. yüzyıldan itibaren siyasi ve kültürel bir güç olarak ortaya çıkmış ve bölgedeki Türk kimliğinin şekillenmesinde önemli bir rol oynamıştır. Selçuklular, Orta Asya’dan getirdikleri Oğuz kültürünü zengin İran kültürüyle ve Anadolu’daki kültürel miras ile birleştirerek yeni bir sentez oluşturmuşlardır. Bu dönem, dilin yaygınlaşması, İslamiyet’in yerleşmesi ve siyasi otoritenin merkezileşmesiyle Türk kimliğinin güçlendiği bir süreçtir.

Selçuklu’nun yıkılması ile Anadolu’da başlayan Beylikler Dönemi Türkçe’nin bir edebiyat ve devlet dili haline gelmesi açısından çok önemlidir. Bununla eş zamanlı olarak kökeni Orta Asya Yeseviliği’nde ve İran Melametiliği’nde bulunan ve Anadolu toprağında Oğuz Türkleri arasında gelişen Tasavvuf da bu kimliğin önemli bir parçası olmuştur. Bu Anadolu Beyliklerinin en batıda olanı Osmanlı Beyliği ise Türk kimliğinin gelişmesindeki bir sonraki adımın sahibi olmuştur.

Osmanlı Devleti Türk asıllı, resmi dili ve edebiyatı Türkçe olan Müslüman bir Roma İmparatorluğu idi. Bu yüzden çok etnikli ve çok kültürlü yapısıyla uzun süre varlığını sürdürmüş, Türk kimliğinin farklı unsurlarını içinde barındırmıştır. Osmanlı dönemi, farklı halkların, dinlerin ve kültürlerin bir arada yaşadığı bir imparatorluk modeli olarak öne çıkar. Bu çok katmanlı yapı içinde Türkçe, İslam kültürü ve Osmanlı siyasi yapısı bir araya gelerek yeni bir kimlik formu yaratmıştır. Mutfağıyla, müziğiyle, şiiriyle, şehir yaşamı ve mistik eğilimleriyle İstanbul merkezli ve yurdun her köşesinde yerel farklılıklarla 1000 yılda oluşmuş bir ortak kültür Türk kimliğinin merkezi olmuştur. Aslında Osmanlıyla birlikte billurlaşan Türk kimliği dört ana temele dayanır: Orta Asya Oğuz töresi + Anadolu Tasavvufu temelli İslam yorumu + İran felsefe ve edebiyatı + Bizans / Roma Kurumları…

Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde gelişen bu kimlik, Anadolu’daki yerleşik halklarla göçebe Oğuzların kaynaşmasıyla daha da zenginleşmiştir. Bu süreçte dil, din ve kültür ortak paydalar oluşturmuş, Türkiye’deki Türk kimliğinin tarihsel temellerini atmıştır.

Sonuç olarak, Selçuklu ve Osmanlı dönemleri, Türkiye’de Türk kimliğinin oluşumunda kültürel, siyasi ve sosyal dinamiklerin iç içe geçtiği kritik dönemlerdir. Bu tarihsel dönemler, bugün Türkiye’deki kimlik tartışmalarını anlamak için vazgeçilmez referans noktalarıdır.

TÜRKİYE’DE GENETİK ÇALIŞMALAR VE ARKEOGENETİK BULGULAR

Türkiye’nin genetik yapısı üzerine yapılan çalışmalar, tarih boyunca gerçekleşen göçler, yerleşimler ve kültürel etkileşimlerin genetik mirasa yansımasını ortaya koymaktadır. Bu bağlamda Bilkent Üniversitesi’nin 2017 yılında gerçekleştirdiği kapsamlı araştırma, Türkiye’nin farklı bölgelerinden toplanan geniş örneklemle Türkiye nüfusunun genetik çeşitliliğini detaylı şekilde analiz etmiştir.

Bu çalışma, Türkiye nüfusunun genetik olarak bir bütünlük taşıdığını ancak yüksek düzeyde bölgesel çeşitlilik barındırdığını göstermiştir. Özellikle doğu-batı ve kuzey-güney eksenlerinde genetik farklılıkların varlığı, tarihsel göçlerin ve yerleşimlerin coğrafi etkisini yansıtmaktadır. Çalışmada Türkiye’nin genetik yapısının, Balkanlar, Kafkasya ve Orta Doğu gibi çevre bölgelerle yakınlık taşıdığı saptanmıştır.

Genetik bulgular, tarihsel verilerle bütünleştirildiğinde, Türkiye’deki Türk kimliğinin yalnızca bir genetik miras olmanın ötesinde, tarihsel göçler, kültürel asimilasyon ve sosyal süreçlerin birleşimi olduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle, genetik veriler kimlik tartışmalarında önemli bir araç olmakla birlikte, tek başına kimliğin tüm boyutlarını açıklamakta yetersiz kalmaktadır.

KİMLİK VE GENETİK MİRASIN SINIRLARI

Genetik miras, özellikle köken araştırmalarında bilimsel bir temel oluştururken, bireylerin ait oldukları kültür, dil ve tarihsel deneyimler kimliğin sosyal ve psikolojik boyutlarını belirler. Bu yüzden, genetik veriler kimlik tartışmalarına katkı sağlamakla birlikte, kimliğin tamamını açıklamakta yetersiz kalır. Düşününce Osmanlı Devleti gibi Roma mirasını taşıyan büyük ve kozmopolit bir imparatorluğun vatandaşlarının genetik çeşitlilik sahibi olması doğaldır. Ancak genetik araştırmaların söylediği gibi genetik olarak en yakın olduğumuz ülkeler Oğuz Türklerinin yerleştiği ülkelerdir. Daha 12’inci yüzyılda Avrupalıların Anadolu’ya Türkomania (Türkmenlerin Ülkesi) veya Türkia (Türklerin Ülkesi) adı vermeleri herhalde bir romantik egzotizm değildir. Bizatihi yabancıların basit bir gerçeği ifadesi olmalıdır.

Bir kavmin tarih içinde oluşumunda kimlik ve genetik miras arasındaki ilişki doğrudan ve basit bir bağlantı değildir. Kimlik, biyolojinin yanında sosyal inşa, tarihsel süreç ve bireysel deneyimlerin bileşkesidir. Bu yüzden kimlik tartışmalarında genetik verilerin sınırları ve kapsamı dikkate alınmalıdır. Bu anlamda Anadolu’da ve Balkanlar’da oluşmuş Türk Kimliği Oğuz genetik mirası taşımakla birlikte bu topraklarda geçirdiğimiz bin yıllık zamanın ve bu coğrafyaya ait özelliklerin bileşiminde oluşmuştur. O yüzden bir Türk Kimliği ve Türk Kavmi vardır. Ancak bu Türk Milleti değildir. Onun için Cumhuriyet dönemini anlatmamız gerekir. Bu da üçüncü yazıya kalsın.

 

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...