Cepte Değil, Hayatın Tam Ortasında: Akıllı Telefonlar
Bir zamanlar telefonlar sadece çalardı. Arayanın kim olduğunu öğrenmek için bile sabırlı olmak gerekirdi. Şimdi ise cebimizdeki küçük cihazlar, neredeyse hayatımızın merkezi hâline geldi. Akıllı telefon dedikleri şey aslında “bizden daha akıllı” gibi davranıyor.
Sabah gözümüzü açar açmaz ilk refleksimiz, ekranı kontrol etmek. Geceleri uyuyamama nedenimiz yine o ekran. Kahvaltı ederken haberlerimizi oradan okuyoruz, toplantıya giderken navigasyonu oradan açıyoruz, boş vaktimizde sosyal medyada kayboluyoruz. Bir dostla sohbetin ortasında bile bildirim sesiyle dikkatimizi başka yöne çeviriyoruz.
Peki bu kadar bağlılık bir gelişmişlik mi, yoksa modern bir bağımlılık mı?
Evet, akıllı telefonlar hayatı kolaylaştırıyor. Bankacılık işlemlerinden sağlık takibine, alışverişten eğlenceye kadar her şey parmaklarımızın ucunda. Ulaşılabilirlik, hız ve konfor açısından devrim niteliğinde bir teknolojiyle yaşıyoruz. Eskiden saatler süren işler, şimdi birkaç tıkla halloluyor.
Ama bir de kaybettiklerimiz var: Göz göze gelmeyi, gerçekten dinlemeyi, beklemeyi, sabretmeyi unuttuk. Fotoğrafını çekmediğimiz anları yaşanmış saymıyoruz. Çocuklar sokakta değil, ekran başında büyüyor. Mahremiyet, dikkat süresi, derin düşünme yetisi… Hepsi yavaş yavaş eriyor.
Dahası, her “çevrim içi” olma hali, bizi gerçek hayatın dışına itiyor. Yüz yüze ilişkilerdeki samimiyet, artık emojilere teslim. Bir kahkaha yerine, bir göz teması yerine “görüldü” var artık hayatımızda.
Akıllı telefonlar aptal değil, biz onlara fazla teslim olduk. Belki artık şunu sormalıyız kendimize: Telefonlarımız mı bize hizmet ediyor, biz mi onlara?
Unutmayalım; teknoloji bizim elimizde olmalı, biz onun değil. Ara sıra telefonu bir kenara bırakıp gerçek hayata dokunmak, en az Wi-Fi kadar hayati bir ihtiyaç haline geldi.