Deprem: Unuttuğumuz Her Şey, Hatırlattığı Her Acı
Deprem… Sarsıntı bitince değil, hafızamızdan silinince daha büyük tehlikeye dönüşüyor. Türkiye, depremin coğrafi değil, aynı zamanda sosyal ve siyasal bir gerçek olduğunu defalarca acı şekilde tecrübe etti. Ama ne yazık ki her felaketten sonra yaşadığımız şey, sadece bina yıkıntıları değil; bir toplumsal hafıza kaybı.
17 Ağustos 1999… 6 Şubat 2023… Bu tarihler, sadece birer doğal afetin tarihi değil; bir milletin sınandığı, ihmallerin ortaya saçıldığı ve “bir daha asla” denilmesine rağmen aynı hataların tekrarlandığı tarihlerdir.
Deprem, kader değil. Ama hazırlıksızlık, ihmal ve duyarsızlık birer tercihtir. Ve biz, çoğu zaman bu tercihlerle yüzleşmek yerine üstünü örtmeyi seçiyoruz.
Her büyük depremden sonra aynı refleksler:
• “Artık herkes dersini aldı.”
• “Yıkılan yerler zaten eskiydi.”
• “Yeni yönetmeliklerle bu bir daha olmaz.”
Bir deprem ülkesi olduğumuz gerçeğiyle yüzleşmek demek, sadece mühendislik önlemleri almak değil; zihinsel bir dönüşüm yaşamak demektir. Deprem, bina değil, zihniyet testidir. Sadece kolonlar değil, sistemler de yıkılır eğer temeli sağlam değilse.
Bugün hâlâ milyonlarca insan riskli binalarda yaşıyor. Ve hepimiz biliyoruz ki bir sonraki büyük deprem, “olursa” değil, “ne zaman” sorusunun cevabını bekliyor. Ama biz hâlâ günlük gündemlerle, sosyal medya polemikleriyle meşgulüz.
Şunu unutmamalıyız: Deprem anlık bir felaket olabilir ama ona karşı alınmayan önlemler, yıllara yayılan bir ihanettir.
Son sözü doğa söylüyor, ama asıl kararı biz veriyoruz:
Hazırlıklı mı olacağız, yoksa bir sonraki felakette yine birbirimize “neden” mi diyeceğiz?