İstanbul
Açık
12°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce

Bir Leyla Düşü

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

Erzurum'dan Şair Yaşar Bayer dostumuz "Bir Leyla Düşü" Şiir kitabımızla ilgili şöyle yazmış: "Bazen ruhumuzun çağrısının peşine düşmeye cesaret edip burada ve şimdiye ait olmayışın sürgünüyle ait olacağımızı düşlediğimiz “Bir Leyla Düşü” ne sürükleniriz. O konforlu bölgeye sığınırız. Ruhun ait olduğu yere iltica edişidir bu. Peki ya ait olmadığımız şey zamansa? Şimdiye ait olmadığını anlayan ruh nereye gitsin? Sağ ol Recep Hocam, Üstadımız; Samimi ve sahih kaleminizden çıkan her eserinizle seviniyor, ışıyoruz. Daim olsun. Bereketli olsun.

Yaşar Bayer, “Bir Leyla Düşü” şiirimdeki mısralardan yola çıkarak önemli bir soru soruyor: "Ait olmadığımız şey zamansa, şimdiye ait olmadığını anlayan ruh nereye gitsin? Bu soru "Beni Leyla’ma taşıyan sendin/Umutları alıp götüren/Rüzgârları salıverin üstüme/Zemheride, kara gecede tutanaklara geçirilen bendim/Bendim yiğitçe ayakta duran bir Leyla düşü gören.” Bayer’in sorduğu “Peki ya ait olmadığımız şey zamansa? Şimdiye ait olmadığını anlayan ruh nereye gitsin?” sorgusu ile şiirde ki sorgu güçlü bir şekilde örtüşüyor. Bu soru, sadece şiirin bir yorumu değil, aynı zamanda insan varoluşuna dair metafizik bir sorgulamaya işaret ediyor.

Ait olmadığımız şey zamansa” ne demektir? Burada “zaman” sadece kronolojik bir akışı değil, modern çağın ruhsuzluğunu, hızlılığını, yüzeyselliğini; yani bugünün insanına dar gelen ruhsal iklimini temsil ediyor kanımca. Şair burada, "ben bu çağa, bu an'a, bu çağın duyarsızlığına, telaşına, kayıtsızlığına ait değilim" diyen bir ruhun serzenişini dile getiriyor. Bu, özellikle mistik ve tasavvufi duyarlıkla yazılmış metinlerde sıkça rastlanan bir temadır: Ruhun sürgünlüğü. İnsan, ruhunun doğduğu yere ait olmadığına ve geldiği yeri özlediğine bir göndermedir.

Ruh, mekân olarak sürgündedir, zaman olarak sürgünde değildir. Çünkü zaman bizatihi yaratanın kendisidir. “Şimdiye ait olmadığını anlayan ruh nereye gitsin?” Bu sorgu hem tasavvufi, hem felsefi ve hem de edebi olarak bir çıkmaza işaret eder. Şimdiye ve buraya ait hissetmeyen, ama geçmişe dönemeyen; geleceğin ne getireceğini bilemeyen bir ruhun arayışından bahsedilmektedir. Aslında ruh, asli vatanını özlemektedir. Çünkü ölen birisinin ardından Bakara suresi 156.ayeti kerimede ifade edilen hükmü söyleriz: "Onlar, başlarına bir musibet geldiğinde, ‘Biz Allah’a aitiz ve sonunda O’na döneceğiz’ derler." İşte şiirimiz burada devreye giriyor: "Beni Leyla’ma taşıyan sendin/Umutları alıp götüren/Rüzgârları salıverin üstüme/Zemheride, kara gecede tutanaklara geçirilen bendim/Bendim yiğitçe ayakta duran bir Leyla düşü gören." Buradaki "Leyla", dünyevi bir sevgiliden çok, ruha, aşka, mutlak olana ve ulaşmak istediğimize işaret ediyor. "Bir Leyla Düşü" gören kişi, bu dünyaya, bu zamana sığamayan biridir. O düş, hakikate açılan bir kapıdır. Hakikat kapısını çalmaktadır. Şair neyi sorgulamaktadır peki? İnsanın asli vatanından (mekânından) sürgün olduğuna işaret vardır. Zamansa bizatihi değişmeyen ezeli ve ebedi olana vurgudan ibarettir. “Zamana, yani bu ana ait olmayan ruhun evi neresidir” diye sorduğumuzda şair, sürgünde olduğumuzu kavratmış olur bize. Bir çağrıda bulunmaktadır. Ruhunu sıkıştıran dünyanın ablukasından, alavere dalaveresinden, tantanasından, alışverişinden, zevki sefasından kurtulup dışına çık, iç yolculuğunu tamamla yani ruhunla ilgilen ki o ruh sende hapistir, misafirdir, emanettir. Emanete sahip çık bir yanlışlığa düşme demekte ve Leyla’ya doğru yürümeyi teşvik etmektedir. Ait olmadığımız şey; içinde yaşadığımız dünyadır. Modernlik, telaş, yapaylık, yüzeysellik, kulluğun ihmaliyle dalıp gittiğimiz dünyalıklar, fitneler, fesatlar, dedikodular, basiretsizlikler, idrakten uzaklaşmalardır. 

Öyleyse Şair, bu şiirinde neyi kastetmektedir? Ruhsal bir zaman sürgünlüğü — tinsel bir yurtsuzluk. Şiirdeki “Leyla Düşü”: Bu sürgün ruhun sığınabileceği bir iç gerçeklik, belki de aşkın kendisidir. İşte tam da bu nedenle “Bir Leyla Düşü” ile Yaşar Bayer’in yorumunda buluşan yer, insanın zamanla olan yabancılaşması ve hakikate olan hasretidir. Şiirimiz bu hasreti dile getiriyor; Yaşar Bayer ise bu hasretin felsefesini açmamızı istiyor. “Hasret Felsefesi” olarak adlandırılabilecek düşüncenin ufku, duruşu, tezahürü yazılarımızda ve şiirlerimizde ifade etmeye gayret ettiğimiz özlemin yitikliği, kaybı ve tefekkür yolculuk arayışı üzerinden çözümlenebilir. “Tefekkür Kalesi” eserimizin yazılma nedenlerinden birisi de budur. “Hasrete” felsefi bakışımızı sistematik düşünce akımı üzerinden değil, daha çok duygu merkezli bir varoluş şuurunu oluşturmaya yönelik sorgulamaya aldığımızı söyleyebiliriz. Bu hasret, yalnızca bir mekâna ya da geçmişe özlem değildir. Hakikate, adalete, insanlığın özüne duyulan derin bir özlemdir. Hakikat devletini, hakikat terazisini özlemektir. Dahası ve daha da ilerisi “asli vatan” düşüncesini kavrama temrinleridir. Yaşar Bayer’in yazılarında rastladığımız "bir şey eksik" hissi, aslında bir tür ontolojik kırılmayı ifade eder. İnsan, fıtratından kopmuştur. Bu kopuş da bir arayış doğurur. Hasret burada bir yokluk değil, bir varoluş izidir. Kendi aslımıza, ilk safiyetimize, yaratılış amacımıza duyulan hasret. “Bir şeyi özlersiniz ama adını koyamazsınız. Çünkü o şey sizdeydi, ama siz onu unuttunuz” demektedir. Bizim acımız ve derdimiz, kaybedilmiş sınırsız coğrafyanın ve tarihin yazılarımıza, şiirlerimize, sohbetlerimize etle kemiğin kaynaşması gibi kaynamış olmasındadır. Bu durum bazen hasret, bazen, ayrılık, bazen hüzün, bazen gurbet, bazen ölüm, bazen kavuşma olarak karşımıza çıkar. Göçler, savaşlar, kaybolmuş şehirler ki bazen; Kudüs, Halep, Mostar, Endülüs, Semerkant yıkılmış medeniyetlerin ardından kalan sessizlik içimizi derinleştirir. Ağıtımızı yükseltir. Şiirlere, türkülere, hayatın içine işler. Bu da bizim hayatımızı mekâna duyulan metafizik bir sadakate götürür. Bu hasret, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın mektuplarını, yakınmalarını hatırlatır bize. Sezai Karakoç’un "Diriliş" fikriyle “İslam’ın Dirilişine” ve “Yitik Cennet’e” götürür. Yahya Kemal’in “geçmiş zaman rüyasını” andıran imgelerle buluşturur. Cemil Meriç’te bizi “Bu Ülke” şuuruna erdirir.

Bizim hasretimiz, emanet olarak verilen ruhumuza gösterdiğimiz ihtimamın yüzümüzü, gözümüzü, gönlümüzü, aklımızı mutlu kılmasıdır. Meseleleri yalnızca akıl yoluyla değil, kalp yoluyla çözebilmektir. Ruhun rahman ve rahim olana iştiyakını, Rasulüllaha olan hasretini bilmektir. İnsan özlediğini ararken hem kendini tanır, hem de hakikate yaklaşır. İmam-ı Gazali’nin "kalple idrak" düşüncesine ya da Mevlana’nın “aşk bilgidir-ilimdir” sözüne ulaşmaktır. “Beni Leylama taşıyan sendin/Sendin yiğitçe ayakta duran, bir leyla düşü gören” vesselam.

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...