“Türk’üm, Türkiyeliyim… Ve bunda bir tuhaflık yok”
“Türk’üm demek de meşrudur.”
“Türkiyeliyim demek de…”
Cümle basit. İçeriği ise hiç de öyle değil.
Memlekette yıllardır bitmek bilmeyen bir tartışma var:
Bir insan kendine “Türkiyeli” dediğinde neden bazıları huzursuz oluyor?
Veya bir başkası gür sesle “Türk’üm” dediğinde neden bazıları kendini dışlanmış hissediyor?
Önce şunu söyleyelim: Bu iki kelime birbiriyle kavga etmek zorunda değil.
“Türk’üm” demek, bazı mihraklar tarafından bir etnisite gibi algılanabilir. Ama Türk’lük, bir siyasi kimlik, bir tarihsel bilinç, millet olmanın bizatihi kendisi olduğu gibi; bir duruştur…
“Türkiyeliyim” demek ise coğrafyayla, vatandaşlıkla, aidiyetle kurulmuş bir benlik tanımıdır.
Birinin ötekini dışlaması gerekmiyor.
Ama ne yazık ki, bizde çoğu zaman öyle oluyor.
“Ben Türküm Çünkü Başka Bir Şey Olamam ”
İşte bu cümleyi söyleyen kişi, İsmet Özel.
Onun için “Türklük” sadece bir kimlik kartına yazılan bilgi değil. Bir yüzleşme. Bir kader. Hatta bir tercihtir.
Bir gün devrimciliğin, başka bir gün İslamcılığın merkezine yürüyen İsmet Özel, sonunda dönüp dolaşıp aynı yere vardı:
“Ben bu ülkeyle, bu milletle, bu tarihle kader birliği ettim.”
Ona göre Türk olmak, tarihin sana biçtiği rolü üstlenmeyi kabul etmektir. Kolay değildir. Konforlu hiç değildir.
Şimdi dönelim bugüne…
Metrobüste, okulda, sosyal medyada, sokakta insanlar kim olduklarını tarif etmek için bir tanıma ihtiyaç duyuyor.
Bazısı “Türküm” diyor, kendini öyle hissediyor.
Bazısı “Kürt’üm ama Türkiyeliyim” diyor, çünkü hem aidiyet kurmak hem kimliğini inkâr etmemek istiyor.
Bir başkası “Arap asıllıyım ama bu toprakların insanıyım” diyor.
Hepsi de kendi içinde anlamlı.
Ancak sorun şu: Bu ülkede kimlik tartışması bir özgürlük alanı olmaktan çıkmış, bir kutuplaşma arenasına dönmüş durumda.
Herkes bir diğerini “gerçek vatandaşlık sınavı”ndan geçiriyor.
Kim daha yerli, kim daha makbul, kim daha ‘öz’?
Vatandaşlık mı, Millet mi?
Bize yıllarca “Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türk’tür” dendi.
Bu ifade, Cumhuriyet’in kurucu ideolojisinin eşitlikçi bir yurttaşlık tarifiydi. Etnik köken, din, mezhep gözetmeksizin herkesi kapsayan bir şemsiye sunuyordu.
Ama zamanla, bu şemsiye herkesi korumadı.
Kimi altında üşüdü, kimi dışında kaldı.
Kimi “Ben de Türküm” dediğinde bile kendini dışlanmış hissetti.
Kimi de “Türk değilim ama Türkiyeliyim” dediği için “hain” ilan edildi.
Oysa hayat daha karmaşık.
Sadece bir kelimeye indirgenemeyecek kadar çok katmanlı.
Bir insan kendine “Türkiyeliyim” dediğinde, bu onun bu ülkeye aidiyet duymadığını mı gösterir?
Aksine.
Belki de o insanın, farklılıklarıyla birlikte bu toprağa kök salma çabasıdır bu.
Bunun neresi kötü?
Asıl Soru Şu: Ne Taşıyoruz?
“Türküm” demek, gurur verici olabilir.
Ama o kelimenin altını neyle doldurduğunuz daha önemlidir.
Adaletsizlik karşısında susan biri “Türk’üm” dediğinde bu neyi ifade eder?
Toplumun yarısını yok sayan biri “Türkiyeliyim” dediğinde o aidiyet ne kadar sahicidir?
İsmet Özel’in Türklük tanımı bize bunu soruyor:
“Sen bu milletin yükünü taşıyor musun?”
“Sen bu tarihin, bu toprağın, bu mesuliyetin adamı mısın?”
Eğer bu soruya evet diyebiliyorsan…
İster Türk de kendine, ister Türkiyeli.
İstersen başka bir şey.
Zaten sen bu ülkenin insanısın.
Hülasa
Bu memlekette “birlik” dediğimiz şey, aynı kelimeyi ezberlemekle kurulmaz.
Farklı cümlelerle aynı hakikate bakabilmektir aslolan.
Kimliğini haykırmak istiyorsan, haykır.
Ama bir başkasının cümlesini boğmadan…
Bu topraklarda, “Türk’üm” diyenin de, “Türkiyeliyim” diyenin de yeri vardır.
Yeter ki bu cümleler, birbirine tahammülsüzlük değil, birlikte yaşama iradesi taşısın.