İstanbul
Parçalı bulutlu
15°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce

Anahtar Kelimeler – Okumak ve Yazmak

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

İlk kelimesi “Oku” olan bir kitabı olan dinin inananlarıyız. Bu “Oku” ile ilgili kütüphâneler dolusu bir
külliyat var. Ama okumayı anahtar kelimelerden biri yapan şey, okumak için bir şeylerin yazılmış
olmasının gerekliliğidir.
Pedagojik açıdan okumak ve yazmak, kendiliğinden gerçekleşen bir beceri değildir. Dil edinimindeki
dört beceriyi sırasıyla (dinlemek, konuşmak, okumak, yazmak) ele aldığımızda ilk ikisi (dinlemek ve
konuşmak) doğal ortamda olur. Bir insan, eğer duyma engelli değilse, doğduğu ilk andan itibâren
duyar ve dinler. Belki ilk günlerde ve aylarda bu çok bilinçli yapılmaz. Bir bebek, kulağına gelen seslere
duyarlılık sâyesinde belli bir süre içinde onunla konuşanı dinler. Önce tek heceli, sonra iki heceli
kelimeler dökülür ağzından. Telaffuz etmesi kolay olduğu için “baba”, “anne” ya da “mama” der. Kısa
emir cümleleri kurar. “Ver”, “al”, “git”, “koş”, “dur” ve benzeri kelimeleri söyler. Sonra ağız, dudak ve
dil kasları yetkin hâle gelince konuşmaya başlar. Bunun için örgün eğitimdeki gibi bir öğrenme süreci
gerekmez. Bu yüzden yakın bir târihe kadar dünyâdaki insanların çoğu konuşabiliyor ama okuyup
yazamıyordu.
Okumak ve yazmak için eğitim gerekir. Harfleri tanımak, ses karşılıklarını öğrenmek, noktalama
işâretlerine alışmak için en az dört beş aylık bir eğitim gerekir. Ama bu süreç, sâdece harfleri tanımak
seviyesi için yeterlidir. “Okumak” bir alışkanlık, bir yaşam biçimi, bir tavırdır.
Çok anlatılan bir hikâyedir. Fransız İhtilâli yapıldığında aristokratlardan biri hâpishaneye atılır ve idam
edileceği günü beklemektedir. Beklerken yapmadan edemediği üzere, her gün düzenli okumaya
devam eder. Bir gün gardiyan gelip ertesi gün sonra idam edileceği saati söyler. Mahkûmun ilk tepkisi
şu olur: “Tam okuma saatime denk geldi.”
Okumak; beslenmek, uyumak gibi gün içinde yapmadan edemediğimiz bir faaliyet olduğunda kişi
“okur” sıfatı kazanır. Sonrasında “yazar” gelir. Dil ediniminde en son elde edilen beceri yazmaktır.
Ama bu, başvuru formu doldururken adını, adresini yazmak, alışveriş listesi yazmak, telefonda
söyleneni bir kâğıda not etmek değildir. Eline kâğıdı kalemi alıp ya da eskiden daktilo ve şimdi
klavyenin başına geçip duyarak ve okuyarak edinilenlerin zihnimizde yoğurup yorumlayarak kendi
kelimelerimizle dışa vuracak seviyeye gelmesidir.
Okur olmak için olduğu gibi yazar olmak için de devamlılık gerekir. Bir sâzendenin sazından uzak
kalamaması, bir hattatın kalemini bir gün bile eline almadan edememesi gibi, yazmak da süreklilik
ister.
Cumhuriyet dönemi Türk Edebiyatı’nın önemli hikâye ve tiyatro yazarlarından Haldun Taner’in
yazılarını şöyle yazdığı anlatılır. Haldun Taner, her sabah daktilosunu alıp İstanbul-Moda’da evinin
balkonundaki ya da soğuk mevsimlerde cam kenarındaki masasına oturur dışarı bakıp gördüklerini
çalakalem yazmaya başlarmış. Pervaza konan martıyı, karşıdaki bakkala girip çıkan müşterileri,
karşıdan karşıya geçen insanları hiçbir edebî kaygı olmadan yazarmış. Çoğu zaman bir iki paragraf
sonra bu basit anlatımlar, betimleme ve tasvirlere dönüşür, o tasvirlere duygusal, sosyal tespitler
eklenirmiş. Belki bu yazılanlardan her gün bir hikâye ya da bir tiyatro eseri çıkmazmış ama Haldun
Taner’in bütün eserleri, her gün belli bir saat aralığından yazdığı o yazılardan çıkmış.
Biraz da uluslararası yazarların okumak ve yazmak konusundaki ifâdelerine bakalım:

İspanyol-Bask yazar Miguel de Unamuno (1886-1936): “Faşizmin tedâvisi okumak, ırkçılığın tedâvisi
seyahat etmektir.”
Birleşik Amerikalı gazeteci-yazar Joan Didion (1934-2021): “Yazmamın sebebi ne düşündüğümü, neye
baktığımı, ne gördüğümü ve benim için ne anlama geldiğini anlamaktır. Yazıya dökene kadar ne
istediğimi, nelerden korktuğumu, ne düşündüğümü bilmiyorum.”
Afro-Amerikan yazar James Baldwin (1924-1987): “Dünyâyı değiştirmek için yazıyorum ve kesinlikle
bunu yapamayacağımı ama edebiyatın kaçınılmaz olduğunu da biliyorum. Dünya insanların onu nasıl
gördüğüne göre değişir ve siz tek bir milimetre bile değişirseniz, bir kişinin veya insanların gerçekliğe
bakışını değiştirirsiniz.”
Amerikan edebiyatının kurucu yazarlarından Ernest Hemingway (1899-1961): “Bütün yapmanız
gereken tek bir doğru cümle yazmak. Bildiğiniz en doğru cümleyi yazın.”
Alman asıllı Amerikan yazar Charles Bukowski (1920-1994): “Sizi hiçbir şey kurtaramaz, yazmak hâriç.
Duvarların yıkılmasını, sürülerin dağılmasını engeller. Karanlığı dağıtır. Yazmak mutlak psikiyatristtir,
tanrıların en naziğidir. Ölümü gözaltında tutar. Yazmanın sonu yoktur. Yazmak acı çekerken gülmektir.
Yazmak son umuttur.”
Afro-Amerikan yazar Toni Morrison (1931-2019): “Eğer bir kitap okumak istiyorsunuz ama o kitap
yazılmamışsa, onu siz yazmalısınız.”
Afro-Amerikan şâir Nikki Giovanni (1943-2024): “Yazmak; okumakla konuşmak, düşünmekle diyolağa
girmektir… Yazarız çünkü ruhun evcilleştirilemeyeceğine ve eğitilmemesi gerektiğine inanırız.”
Korku romanlarının ünlü yazarı Stephen King (1947-…): “Yazmak, para kazanmak için, ünlü olmak için,
sevgili bulmak veya arkadaş edinmek için yapılmaz. Yazmanın sebebi, yazdıklarınızı okuyan kişilerin
hayatlarını ve kendi hayâtınızı zenginleştirmektir. Yazmak; uyanmaktır, iyi olmaktır, iyileşmektir ve
mutlu olmaktır, evet mutlu olmak!”
Kanadalı kurmaca yazarı Margaret Atwood (1939-…): “Güç, kelimeleri birbiri ardına yazmaktır.”
Ursula Le Guin (1929-2018): “Yazar, kelimelerin anlamını, kelimelerin ne dediğini, nasıl dediğini
önemseyen kişidir. Yazarlar, kelimelerin hakikate ve özgürlüğe giden yolların olduğunu bilirler ve
kelimeleri dikkatle, tefekkürler, korkuyla ve zevkle kullanırlar. Yazarlar, kelimeleri doğru kullanarak
ruhlarını güçlendirirler. Hikâyeciler ve şâirler hayatlarını kelimeleri iyi kullanma beceri ve sanatını
öğrenmek için harcarlar. Ve onların kelimeleri, okuyucuların ruhların daha güçlü, daha parlak ve daha
derin hâle getirir.”
Gökbilimci ve bilimkurgu yazarı Carl Sagan (1934-1996): “Bir kitap okumak, başka birinin belki bin
sene önce ölen birinin sesini duymaktır. Okumak, zamanda yolculuk yapmaktır.”
Oku’dan Yaz’a
İlk ve en önemli emir, okumaktır. Yâni en önemli eylem. Nefes almak gibi durdurulamaz,
vazgeçilemez, ihmâl edilemez, ertelenemez en mutlak eylem. Cenâb-ı Allah, bize bu emri verirken
O’nun yazdığı kâinatı okumamızı istiyor. Ama gerçek anlamda okuyanlar yâni “okurlar” bilir ki,
gerçekten okuyanlar yâni okumayı ihmâl edilemez eylem olarak yapanlar tecrübe etmişlerdir ki,
“oku” emrine uyanlar “yaz” emri almışçasına yazmadan edemezler.
Yazanlar, aslında kendilerini yazarlar. Kendini yazan insan, kendini gerçekleştiren, dünyâya
gönderilme sebebini keşfedip bunu zâhir hâle getirendir. Yazan insan, her cümlesiyle âdeta bir adım
atar. Yazdıkça yol alır, ilerler ve yükselir. Kendi isrâsını ve mirâcını yaşar. Yazan kişi, fiziken ölse de

yazdıklarının okunacağı son güne kadar yaşar. Bu yüzden kütüphâneler binlerce yılın aynı anda
yaşandığı yerlerdir. Ya da Jorge Luis Borges’in dediği gibi “cennet, bir kütüphâne olmalı.”

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...