İstanbul
Hafif yağmur
5°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce

Rusya ve Türkiye: İki imparatorluğun uzun modernleşme hikâyesi

YAYINLAMA:

Dünya tarihinde Sanayi Devrimi bir ülkenin kendi tarihi, sosyolojik, coğrafi ve iktisadi niteliklerine bağlı olarak ilk defa İngiltere’de ortaya çıktı. Diğer Avrupa ülkeleri onu taklit ettiler. Pekiyi ya Doğu’nun büyük imparatorlukları: Hindistan zaten İngiliz sömürgesi olmuştu. Çin kendi içine kapanmış ve uykudaydı… İran ise hiçbir zaman bir modernleşme sürecine giremedi. Doğu toplumlarının geneli ya sömürgeleştiler ya da fakirlik ve atalet içine gömüldüler. Ancak bunun istisnası üç büyük imparatorluk idi: Rusya, Türkiye ve Japonya. Bu üç ülkeden Rusya ve Türkiye’nin eksik kalmış modernleşmesini bu yazıda anlatacağım. Bir sonraki yazı ise Japonya’nın nasıl ve niçin başarılı olduğu üzerine olacak.

1.GİRİŞ

Tarih bazen coğrafyanın, zihniyetin ve devlet aklının birleştiği kavşaklarda yön değiştirir. Sanayi devrimi İngiltere’de parladı; burjuva sınıfı Fransa’da siyaset sahnesine çıktı; deniz ticareti Hollanda’yı küresel bir banka yaptı. Ama doğuya doğru ilerlediğimizde hikâye yavaşlar. Rusya Çarlığı ve Osmanlı İmparatorluğu – ardından Sovyetler ve Türkiye Cumhuriyeti – modernleşmeyi yaşadı, hatta büyük dönüşümlere imza attı; fakat üretim yapısını kapitalist bir üretim tarzı haline getirmekte zorlandı. Soru şu: Bu iki imparatorluğun modernleşme hikâyesinde kapitalistleşme niçin eksik kaldı? Hangi saikler dışsal şekilde de olsa kapitalist bir ekonominin kurulmasını zorlaştırdı?

Her iki ülkede de bir devlet aklı ve bürokrasi geleneği vardı, jeopolitiği doğru okuyup zamanında reform yapma gerekliliğini görmüşlerdi, her iki ülkeden de büyük liderler çıktı… Ancak toplumsal zihniyet, coğrafi konum, modernleşmenin zamanlaması nedeniyle Rus ve Türk toplumları üretim yapısının dönüşümünü ve kapitalist sermaye birikimini içselleştirmekte zorlandı. Bu yüzden birbirine çok benzeyen iki imparatorluk bakiyesi ülke olarak Rusya ve Türkiye’yi bu yazıda birlikte ele almak istedim.

2. İKİ İMPARATORLUK İKİ BENZER YAZGI

Rusya ve Osmanlı dünyanın en geniş kara imparatorluklarından ikisiydi. Toprağa dayalı vergi sistemi, merkezî bürokrasi ve tebaaya karşı devletin üstünlüğü – her ikisinin de ortak karakteri olarak göze çarpmaktaydı. Her ikisinde de toplum devletin yaşaması için gerekli kaynak ve enerjiyi üretmekteydi ancak devlet toplumu inşa eden asıl güçtü. Bizde Padişah, Rusya’da Çar sadece siyasi lider değildi; kutsal otoritenin temsilcisiydi. Bunun bir sebebi Ortodoks Kilisesi ve Sünni İslâm’ın ekonomi politik açıdan konumu gösterilebilir. Bilindiği gibi Ortodoks Kilisesi’nin başı Çar’dır, çünkü Bizans kökenli Ortodoks anlayışa göre “İsa’nın kılıcı da, devletin kılıcı da Sezar’ın elindedir.” Benzeri şekilde Sünni İslâm’da da “ne kadar adaletsiz olsa da ulû’l emre itaat esastır” ilkesi genel kabul görmüştür. Dolayısıyla hem Ortodoks’lukta hem de Sünni İslâm’da din Çar ve Pâdişah tarafından yönlendirilirdi. Bu yüzden her iki toplumda da otoriteye mutlak itaat bir erdem, itiraz ve muhalefet dinde fitne ve dinden çıkarılma sebebi sayılırdı. Bu nedenle sermaye biriktiren tüccar sınıfı değil, askeri ve bürokratik sınıf toplumun merkezindeydi. Yani Rusya ve Türkiye’deki zihniyet kapitalizmin gelişmesine engel çıkarmaktaydı… Çünkü Kapitalizmin motoru olan “kâr güdüsü + ticari risk alma” kültürü, hem Ortodoks-Rus hem Sünni -Türk zihniyetinde şüpheyle karşılanıyordu.

Tüccar hep gözetim altındaydı; kazanç çoğu zaman vergilendirildi, mülk güvencesi zayıftı, yükselmek için ticaretten çok devlete yaslanmak gerekiyordu. Bu sebeple servet birikimi yatay – yani toplum içinde belirli sınıflar arasında- değil dikey – yani bürokrasi ve saray çevresinde - gerçekleşti. Güç ve servet sahibi olmanın yolu Saray’dan geçiyordu, yani emniyet ve sadakat temel aranan niteliklerdi.

3. MODERNLEŞME ÜST YAPI DEĞİŞİMİ OLARAK BAŞLADI: BÜYÜK PETRO VE II. MAHMUT’UN AÇTIĞI YOL

17’inci ve 19’uncu Yüzyıllarda Rusya’da Büyük Petro, Osmanlı’da II. Mahmut sahneye çıktı. İkisi de askerî yenilgilerin sarsıntısıyla modernleşmenin zorunluluğunu gördü. Reformlar devlet merkezliydi, çünkü tehdit dışarıdandı. Hem Büyük Petro hem de II. Mahmut’un gerçekleştirdiği ıslahat ve reformlar birbirine çok benziyordu. Devletin Batı tipi bir bürokrasi ve merkezi krallık olarak yeniden tesisi, kuvvetlerin nispi olarak ayrılması, Batı tipi eğitimin verildiği okulların açılması… Yeni ordu, yeni kıyafet, yeni bürokrasi… Ama ekonomi hâlâ tarımsal; şehirleşme yavaş; sanayi devrimi henüz ufukta belirsizdi.

Büyük Petro zamanında İngiltere’de bile fabrikalar yoktu; Sanayi Devrim henüz gerçekleşmemişti. II. Mahmut döneminde ise Avrupa sanayileşmenin ilk sancılarını yeni yeni yaşıyordu. Bu yüzden her iki modernleşme hamlesi askerî-idari reform olarak kaldı; sermaye birikimini ve toplumsal dönüşümü tetikleyecek alt yapı değişimi olarak topluma yayılamadı.

Rusya ve Osmanlı’nın sorunu reform yapamamak değil; üretim yapısında değişimi topluma yayacak ekonomik sınıfı üretememekti. Burada önemli bir farklılık iki imparatorluk arasında göze çarpmaktadır: Bir kapitalist ekonominin ve sermayedar sınıfın ortaya çıkabilmesi için özel mülkiyet ve aristokrasinin varlığı önemlidir. Bu sayede servet nesilden nesle birikecektir ve Sanayi Devrimi aşamasında bu birikmiş servet önemli bir kaynak olarak yerini alır. Rusya’da Çar Hanedanının yanı sıra çok geniş bir soylular ve toprak sahipleri sınıfı vardı. Bunlar geniş toprakları kendi mülkleri olarak tutabiliyorlardı. Bu yüzden kapitalizmin ilk aşaması için gerekli olan servet aristokrasi ve özel mülkiyet üzerinden Rusya’da birikebilirdi. Ancak birazdan bazılarına değineceğim Rusya’ya özel koşullar nedeniyle bu mümkün olmadı. Öte yandan Osmanlı’da ise mülkiyet sisteme içkin değildi – tımar ve vakıf düzeni sermaye biriktirmedi, dağıttı. Bu yüzden Türkiye’nin kapitalistleşememesinin önemli bileşeni özel mülkiyetin yapısal zayıflığıdır.

4. SALTANAT REJİMLERİ SONRASI İKİ FARKLI CUMHURİYET VE İKİ LİDER: LENİN VE ATATÜRK

20’inci Yüzyılın başı Rusya ve Osmanlı için yalnızca imparatorlukların sonu değil yeni rejimlerin doğumuydu. Rusya’da Bolşevikler Çar düzenini yıktı; Osmanlı’nın küllerinden ise Ankara merkezli bir Cumhuriyet kuruldu. Her iki dönüşümün kurucu lideri – Lenin ve Atatürk – modernleşmenin zorunlu olduğuna inanıyordu. Ancak tercih ettikleri yol farklıydı.

Rusya devrimi topyekûn bir kopuşu hedefledi:

Toprak aristokrasisi tasfiye edildi, üretim araçları kamulaştırıldı, özel mülkiyet ideolojik olarak reddedildi. Sanayi devlet eliyle kuruldu, ekonominin kalbi planlamaya bağlandı. Başlangıçta hızlı bir sanayileşme sağlandı; fakat girişimcilik ruhu, kâr motivasyonu ve piyasa rekabeti yerleşmedi. Devlet yaptı, toplum takip etti – kapitalizm değil, endüstriyel sosyalizm doğdu.

Türkiye ise farklı bir çizgi izledi:

Atatürk’ün liderliğinde Cumhuriyet, özel mülkiyeti koruyan ama devleti ekonominin motoru kılan bir model benimsedi. Sanayi planları, kamu fabrikaları, demiryolları… Ama tıpkı Rusya’da olduğu gibi dönüşüm yine yukarıdan aşağıya gerçekleşti. Ticaret sınıfı zayıftı; burjuvazi sonradan ve çoğunlukla devlet eliyle yetişti. Cumhuriyet ülkeyi ve toplumu modernleştirdi, ama kapitalistleşme organik değil stratejik oldu.

İki ülke de devleti dönüştürmeye çalıştı ama toplumu dönüştürmekte zorlandı. Çünkü kapitalizm önce zihinde başlar; sonra dükkânda, atölyede, piyasada büyür. Rusya’da ideoloji engeldi; Türkiye’de ise sermaye tabanı dardı.

5. NEDEN SIÇRAMA GEÇ VE ZOR OLDU?

Bu soruyu dört maddede cevaplayayım. Bugün geriye dönüp baktığımızda Rusya ve Türkiye’nin neden İngiltere gibi endojen / iç dinamiklere dayanan bir kapitalizm yaratamadığını dört temel eksen açıklıyor:

5.1. Toplumsal Zihniyet → Kâr Güdüsüne Mesafe

Her iki toplumda da tüccara duyulan şüphe, kârın ahlaki olarak soğuk bulunması, devlet hizmetinin ticaretten üstün sayılması… Bu zihniyet bir burjuva sınıfı oluşmasının önünde önemli bir engeldi. Yani Rusya ve Türkiye’de “kapitalizmin ruh iklimi” doğmamıştı.

5.2. Sermaye Birikimi → Toprağa ve Devlete Bağlı Servet

Rusya’da servet aristokrasideydi ancak bu aristokrasi her biri kendi topraklarında küçük birer Çar gibi yaşıyordu. Birikmiş servet aristokrat sınıfın lüks tüketimini finanse ederken ticaret alt sınıfların işi olarak görülüyordu. Öte yandan alt sınıflar içinde burjuvazinin oluşması için gerekli olan şehirlileşme, özgür düşünce ve sözleşme güvencesi yoktu. Türkiye’de ise tımar-vakıf düzeni ve toprakta özel mülkiyetin olmaması servet birikimini aksatıyordu. Düşünün, Türkiye’de toprakta özel mülkiyet ilk defa 1850’de Sultan Abdülmecit Han döneminde kabul edilmişti. Her iki ülkede de zihniyet kadar, kurumlar da kapitalist gelişmenin önünde önemli bir engel teşkil ediyordu.

5.3. Ticaret Yollarının Değişimi → Gelir İmkânlarının Tükenmesi

Kapitalizmin gelişmesinde önemli etken okyanus ticaretidir. Rusya ve Türkiye baharat ve ipek yolları ticaretinden gelir ve servet elde ediyordu. Bu yollar üzerindeki şehirlerde ticaret gelirleri yüksek, ekonomik hayat canlıydı. Ticaret yolları değiştiğinde bu gelir imkânları gitgide azaldı, şehirler kasabalara döndü. Ekonomik yapı her geçen gün daha fazla içe kapalı ve tarımsal üretim ağırlıklı hale geldi.

5.4. Coğrafya ve Savaş Yorgunluğu → Kaynaklar Tükendi

Bu iki büyük imparatorluk da birbiriyle yüz yılı aşkın bir süre savaştılar. Savaşlar çoğunlukla kara savaşlarıydı. Geniş alanlarda büyük orduların savaşı hem ticareti hem de şehirlileşmeyi aksattı. Her iki ülke de kaynaklarını büyük oranda kara ordusuna ayırdılar. Savunma önceliği yatırımın, üretimin ve şehirleşmenin önüne geçti.

Önemli bir not: Rusya ve Türkiye’nin yüz yılı aşkın süre kafa kafaya tokuşmasında her ikisi de kaybetti; kazanan Batı emperyalizmi oldu. Başka bir önemli nokta da şudur: Tarihin ilk zamanlarından bu yana hem Rusya hem de Türkiye toprakları istila ve işgâle açık bir coğrafyada bulunuyorlardı. O yüzden burada hâkim olan devletlerin önceliği her zaman büyük kara orduları beslemek ve toprakları savunmak olmuştur. Türk ve Rus modernleşmesinin ağırlıklı ordu ve üst yapı reformları üzerine olmasının en önemli sebebi de budur. Bu sebepler yüzünden bu iki ülkede “kapitalizmin maddi bedeni” de oluşamadı.

Kısaca: Rusya ve Türkiye modernleşti ama kapitalizmi tam içselleştiremedi. Çünkü kapitalizm yalnızca fabrikalarla değil, zihin, sermaye ve barış zamanıyla büyür.

6. SONUÇ: KAPİTALİSTLEŞMEDEN MODERNLEŞMEK

Bu iki ülke tarihe geç modernleşen imparatorluklar olarak yazıldı. Rusya Ekim Devrimiyle sosyalist bir hat izledi, sonra yeniden kapitalizme döndü ama hâlâ devlet ağırlıklı bir ekonomiyle yaşıyor. Türkiye Cumhuriyeti karma modele yöneldi; özel sektör güçlendi fakat tarihî gecikme hâlâ hissediliyor. İkisi modern dünyaya yetişmeye çalıştı, belki yaşam tarzını ve tüketim kalıplarını değiştirdiler ama üretim yapısını dönüştürmekte hep geç kaldılar.

Bir sonraki yazıda Rusya ve Türkiye’nin başaramadığını Japonya nasıl başardı sorusunu cevaplayacağım.

 

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...