İstanbul
Açık
15°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce

GİDECEK BAŞKA YER KALMADI

YAYINLAMA:

Evet alınganız. Hassasız. Bunun için haklı gerekçelerimiz var. Ünlü Johnson mektubunu unutmayız. Hani Amerikan Başkanı’nın yazdığı, “Bizim silahlarımızı Kıbrıs’da kullanamazsınız” diyen. 1974 sonrasında gelen ambargoyu da unutmamız mümkün değil. Kore Savaşı’na çekilişimizi, halka haber vermeden topraklarımıza yerleştirilen nükleer silahları da unutamayız. Tıpkı Sovyetler Birliği’nin toprak taleplerini unutamayacağımız gibi. Ve Almanların, “Verdiğim tankları Güneydoğu’da PKK’ya karşı kullanamazsın” laflarını. Daha öncesinde Balkan göçlerini hatırlarız. Yollarda ölen sayılamayacak kadar çok evlad-ı fatihan’ı. Yenilginin utancını, boynumuzun bükülmesini, gururumuzun kırılmasını hatırlarız. “Yunan Türk’ü esir almış şu feleğin işine bak” diye türkü tuttururuz. Biraz da şaşkınlık barındıran bir vurgu ile.

Bundan başka geri çekileceğimiz bir alan, gideceğimiz başka bir yer kalmadı. O yüzden inatçıyız. Kafkaslarda sürgün yaşanır yüzbinlerce Çerkes gelir, Balkan Savaşı olur, milyonlar anavatana döner, Rusya’da devrim olur yüzbinler yerleşir, İran’da yönetim değişir, iki milyon insan dağılır kentlerimize, Afgan Savaşı’ndan uzak akrabalar sığınır buralara. Bulgaristan’da zorla ismi değiştirilenler için başka adres yoktur. Batı Trakya’da ezilen Türkler okumaya gelir. Saddam Kürtlere baskı yapar, insancıkların kaçacak tek bir yeri vardır. Ve tabii Suriye. Yine milyonları ağırlarız. Müthiş bir kültür oluşturmuşuz bu topraklarda. O yüzden geleceğimizi etkileyen her şeyde hassasız, alınganız. Belki bu durum çağa ayak uyduramadığımızdandır. Şirket hisseleri yerine tapu severiz. İlk amaç bir ev, bir toprak almaktır. Bu bizim yaşadığımız yere kök salma çabamızdandır. Para biriktirmeyiz. Uçar gider. Ama ya toprak öyle mi? Toprak yüzlerce binlerce yıl orada olmanın garantisidir bizler için. Göçebe bir kökenden geldiğimizden midir, yoksa buralara sığındığımızdan mı? Hangi nedenle olursa olsun biz buyuz. Şimdi ülkemizin geleceğinin şekillendiği günlerden geçiyoruz. Gönül isterki, böyle olmasın. Kavga, dövüş yaşanmasın. Kim hata yaptıysa, kelini önüne döksün. Ama galiba bu toprakların kaderi bu...

Almanya bu da sana kapak olsun

Neredeyse her haberde isimleri geçiyor. Obüs, Fırtına obüsü, panter obüsü falan diye. Pekiyi bunlar nasıl şeyler? Size biraz anlatayım. Kod adı: T-155 Fırtına. Kocaman bir alet. İlk bakışta tanka benziyor. Ama tank değil. Aslında yürüyen bir top. “Kundağı motorlu” deniyor. Yani bir motor yardımı ile namlu hedefe yöneliyor. İlk veriler 150 adet üretildiği yolundaydı. Şimdilerde kaç tane var bilgi bulamadım. Tam 47 ton. Yani yürüyen bir dev. Boyu 12 metre, eni ise 3,5. yüksekliği de eni kadar. İçinde beş kişilik bir ekibi var. Bu kadar ağır olmasına rağmen neredeyse her arazi şartında hareket edebiliyor. Hızı 66 kilometreye kadar çıkabiliyor.

Aselsan tarafından üretilen özel bir telsiz kullanıyor. Elektronik saldırılardan korunabilen bu telsiz sayesinde atış sırasında bile çok rahat haberleşebiliyor. Diyelim ki bir fırtına obüsü hareket halinde, bir yerden bir yere gidiyor. Tam da bu sırada atış emri geldi. Tam 30 saniyede atışa hazır hale gelebiliyor. Bir dakika içinde 8 atış birden yapabiliyor. Yani her 7,5 saniyede bir. Atışı yaptıktan 30 saniye sonra bulunduğu yeri terk edip hedef şaşırtabiliyor.

Fırtına’nın atış kontrol sistemi de Aselsan tarafından üretilmiş. En önemli özelliği; 8 ile 25 km uzaklıklardaki hedeflere atış yaptığında farklı namlu açılarından art arda atılan üç mermi de hedefe aynı anda ulaşıyor. Bu da bir Fırtına’yı üç obüs haline getiriyor. Geliştirilmesine 1995 yılında başlanmış. Ve ilk örnek 1997 yılında üretilmiş. 40 kilometre uzaktan hedefi vurabilecek hale gelmesi için 2000 yılını beklemek gerekmiş. Sıkı durun bu noktada sahaya Almanya çıkmış. Türkiye imalatta Almanların PZH 2000 adlı obüsünün alt sistemlerini kullanmak istemiş. Ancak Almanlar her zamanki gibi buna izin vermemiş. Alman Federal Güvenlik Konseyi ihracat lisansını onaylamamış. Allah’tan Güney Kore ile temasa geçilmiş ve gereken sistem alınmış.

Televizyon haberlerinde görmüşsünüzdür. Bu obüsün bir de bildiğimiz top görünümünde olanı var. Adı Parter. Bunun da vurduğu uzaklık 40 kilometre. Namlunun çapı 155 milimetre. İsimlerinin yanındaki 155 rakamı bunu anlatıyor zaten. Dakikada 12 atış yapabiliyor. Doldurulması hem otomatik hem de elle yapılabiliyor. 2200 kiloyu aşan namlunun ömrü yaklaşık 1500 atımlık. Yani her 1500 atımda bir namlunun değişmesi gerekiyor. Arazide 14, karayolunda ise 20 kilometre hareket süratine ulaşabiliyor. Bunun da personeli, Fırtına’da olduğu gibi 5 kişi. Attığı her bir mermi tam 43 kilo. Mermi namludan çıktığı sırada saniyede 560 metre hıza ulaşmış bulunuyor. İşte haberlerde görüp, gazetelerde okuduğunuz obüslerin hikâyesi bu. Tüm bu anlattıklarım içinde bana en ilginç gelen yön, Almanların yaptığı oldu. Bunu da öğrendim ya fikrim pekişti. Bunlar yaralı parmağa bile işemezler.

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...