İstanbul
Parçalı bulutlu
14°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce

STAGFLASYON

YAYINLAMA:

Artan faiz yatırımları yavaşlatır. Bu durum işgücü istihdamını olumsuz etkilediğinden topluma satın alma gücü aktarılamaz ve talep düşer. Stagflasyonda talep düşmüşse de enflasyon güçlüdür. Türkiye örneğinde bunun besleyicisi yüksek kur maliyeti nedeniyle üretim desenindeki ithal ürünlerin maliyet artışı olmuştur. Enflasyonu bu yönüyle kontrol etmek için faiz artışı yatırımlara rağmen gerçekleştirilmiştir. Fakat cari işletmelerin yatırım değil işletme sermayesi anlamında finansmana mahkûm olduğu göz önünde bulundurulduğunda faizlerdeki artış enflasyonu beslemektedir. Çünkü işletme sermayesi Türkiye ölçeğinde en önemli üretim girdisidir. İstatistiki olarak yüzde 10’luk faiz artışı 100 baz puan enflasyon artışına neden olmaktadır. Diğer tarafta kurlardaki yüzde 10’luk artış da 100 baz puan enflasyon artışı sonucu vermektedir. İmkânsız üçlü içerisinde faiz artışı ile ancak atılabilecek bazı doğru adımlara alan açılabilir, kalıcı bir çare üretilemez.

Bu yönüyle bakıldığında Türkiye’de sorun mali değil finansal güçtür. Zaten kısıtlı olan bu güç yüksek faizle iyice daralmaktadır. Orta vadede çare döviz girişi sağlayacak ortamın tesisidir. Bu ortamı tesis edecek en kilit aktör ise varlık fonudur. Üstelik özelleştirmeksizin likidite sağlayabilecek bir mekanizmadır. Bu yönüyle IMF’in antitezidir.

Bunun yanında ilerisi için atılması gereken en önemli adımlardan birisi finansal aktörlerin sayısının ve niteliğinin artırılmasıdır. Uzmanlaşmış finansal aktörlerle Türk ekonomisinin ihtiyacı olan finansal güç etkin şekilde yayılabilir.

Liberal ekonomide esas olan mali güç değildir. Finansal güçtür. Bugün Türkiye gibi bir ekonomiyi hiçbir şekilde sırtlayamayacak azlıktaki (hem sayısı hem aktifler anlamında) finansal aktör az sayıdaki işletme üzerinde konsantre olmuştur. Birçok karlı yapı finansman sağlayamazken bankalar yanlış kafaları ve stratejileri ile işletme sermayesi finansmanına odaklanmıştır. Bir kere bu döngü başladığında ise geri dönmek zordur. Faizler yükseldiğinde firma bankanın elinde kalır. Oysa yatırımların finansmanına odaklanmak bankacılığın temel teorisidir. Bu tür finansal gücü sağlamak için Türkiye’de finansal aktör sayısı niteliğiyle beraber çoğaltılarak etkin rekabet sağlanmalıdır. Aksi takdirde oligopollü bir yapı elindeki finans piyasası ile Türkiye stratejik yatırımlarını ve sektörlerini koruyamaz.

Bunlar yanında stratejik alan olarak belirlenen faizsiz finansı ayağa kaldıramadık. Sorun kafalarda. Faizsiz finansı hem toplum hem banka tarafında liberal kafalarla düşünüp değerlendiriyoruz. Yanlış yapıyoruz. Sermaye birikiminin kaynağını stok değil yatırımda bulan bir iktisadi sistemin aktörü olan katılım bankacılığı, hala konsorsiyum kültürü oluşturamamış durumda. Buna ironi denir.

Şimdi atılabilecek bir yığın adım var. Mesele sorunu tespit etmede.

Türkiye güçlü bir üretim ülkesi tek eksiği var, o da finansal güç.

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...