Yeni Birlik Gazetesi
İstanbul
Hafif yağmur
14°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
ANKARA
00:00:00
Öğle vaktine kalan
İSTANBUL
00:00:00
Öğle vaktine kalan
Ara

Anahtar Kelimeler-25 (Liyâkat – Ehliyet)

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

Günlük hayâtımızın sosyopolitik tarafında en çok dillendirilen kelimelerden biri liyâkat. Liyâkat, genellikle yakınlara ve tanıdıklara yapılan haksız destek söz konusu olduğunda bir şikâyet konusu olarak karşımıza çıkıyor. Bulunduğu mevki ya da makamı hak etmediği, oraya lâyık olmadığı düşünülen kişinin, liyâkatsiz olduğu ve “torpil” bulduğu söyleniyor. Liyâkatin gerekliliği konusunda hiç kimse aksini söyleyemez. Ama birçoğumuz liyâkatli olmamıza rağmen “mümkün” torpil bulmaya çalışıyoruz. Bizim gibi fazlasıyla politize olmuş ve her konuya siyâset ve siyasal tercihler üzerinden bakmaya alışmış bir toplumda, liyâkat yâni lâyık olma, bir toz bulutu içinde tartışılan, herkesin işine geldiği gibi anladığı bir kavram olduğu için “anahtar kelime” olmayı fazlasıyla hak ediyor. Liyâkatı sâdece gelinen makam ve mevki üzerinden ele aldığımız sürece toz bulutunu dağıtmamız mümkün değildir. “Oturduğu koltuğun hakkını versin” diye eleştirilen kişilerin sâhip olması gereken liyâkati nereden alacağı sorusu suyun bulandığı yer. Bu sorunun cevâbı, okul ve eğitimdir. Yâni liyâkatin ilkokuldan üniversiteye ve hatta yüksek lisans ve doktora seviyesinde eğitim veren kurumlardan alınacağı düşünülüyor. Bu düşünce bir seviyeye kadar doğru ama eksiktir. Eksik kalan kısım da ise etrâfımızı toz bulutu sarıyor. 

Ehliyet, liyâkat değildir 

İlkokuldan üniversiteye eğitim sistemimizin müfredâtına bakıldığında en büyük sorunun müfredattaki bilgilerle sosyal hayâtın kopuk olmasıdır. Yâni, liyâkatin kazanılmasını sağlayan müfredâtın sosyal hayatta karşılığı yoktur. Hatta akademik başarı için neredeyse sosyal hayattan kopmak gerekiyor. Bu kopuş kişiye akademik ehliyet kazandırıyor ama liyâkat getirmiyor. Okullardan mezun olmak, bizleri diploma koleksiyoncusu yapıyor. Ehliyet kursuna gidip sınava girdikten sonra “ehliyet” (sürücü belgesi) almak, bizi iyi bir sürücü yapmıyor. O yüzden hiçbir kaza olmamasına rağmen trafik sıkışıklığına sebep oluyoruz. Arabamızı kurallara uygun park etmiyoruz. Trafikte diğer sürücülerin ve yayaların hayatlarını tehlikeye atabiliyoruz. Trafik kurallarına uymuyor ama herkesin uymasını istiyoruz. Kaldırımlara park ediyoruz. Ama hepimizin cüzdanında ehliyet var. Liyâkat ile ehliyet arasındaki fark ne kadar açık olursa, toplum olarak liyâkat sâhibi olmasını istediğimiz kişilerden beklentilerimiz o kadar fazla olacaktır. Eğitim sistemi, insanın bireysel potansiyelini göz ardı ederek belirlenen özellikleri kazandırıp ehliyet verirken, âdeta Nasrettin Hoca’nın Leylek fırkasında leyleğin gagasını ve uzun bacaklarını kestikten sonra “şimdi kuşa benzedin” demesi gibi, tek tipleştirilen kişilerin ehliyet sâhibi olduğu bir sonuç ortaya çıkartıyor. 

Liyâkat hayâtın kokusudur 

Buna örnek olarak sosyal medyada paylaşılan bir videoyu vermek istiyorum. Videoda, yönetmen Nuri Bilge Ceylan bir filmin çekimi sırasında filmin oyuncu kadrosunda bulunan Bennu Yıldırımlar’a nasıl oynamasını istediğini anlatırken tatlı sert şekilde şöyle uyarılarda bulunur: “Siz çok konsantre oluyorsunuz. Konsantre olmayın. Okulda çok konsantre olmayı öğretiyorlar size. Konsantrasyon bozuyor zâten. Bööööle odaklanıyorsunuz işe. İşe odaklanmayın. Bırakın aksın o kendi kendine. (O sırada elindeki bir bez parçası alıp onunla oynarken ıslık çalar). Bak ben mesela burada fü fü fü yaptım. Hiç yeri değil gibi ama hayat öyle işte, zengin. Küçük küçük alâkasız jestler, mimikler var. Sizde onlar kalmıyor, sırf gerekli şeyler kalıyor. O zaman da hayat kokusu olmuyor. Sırf rolün gerektirdiği jestlerden ve mimiklerden ibaret olmamalı hiçbir şey, hiçbir durum.” Nuri Bilge Ceylan, Bennu Yıldırım’a söyledikleriyle aslında konservatuarlarda oyuncu adaylarına verilen eğitimde ehliyet verildiğini ama liyâkatin eksik kaldığına değiniyor. Kısaca liyâkat hayâtın kokusudur, demek istiyor. Konservatuar öğrencileri rol yapmayı en ince ayrıntısına kadar öğreniyorlar ama seyircinin görmek istediği doğallığı veremeyebiliyorlar. 

Yâni “rol yaptıkları belli oluyor”. Günlük hayatta şikâyet ettiğimiz liyâkatsizliğin sebebi de “aşırı rol yapan” oyunculara benziyor. Bir öğretmen pedagojik formasyon olarak birçok bilgi ediniyor. Derse hazırlık, kaynak seçimi ve kullanımı, ders anlatımı, hitâbet, ses tonu ve benzeri birçok bilgiyi kitâbî olarak alıyor, hizmet içi eğitimler alıyor. Matrix filminde Neo’nun ensesinden sokulan bir kabloyla her şeyi öğrenmesi gibi, akademik olarak her şeyi öğreniyor, yâni ehliyet kazanıyor. Ama sınıfta öğrencinin karşısına çıktığında liyâkat edinmediği ortaya çıkıyor. Ehliyet sınavlara girip geçer not alınca kazanılır. Ama liyâkat, edinilir; yâni bilgi özümsenir ve hâl edilir. Öğrenilen bilgi kişide, emânet kıyâfet gibi eğreti durmaz. “İyi bir iş” için olmazsa olmaz hâle getirilen üniversitelerde verilen akademik eğitim, “kişiye özel” olmadığı ve olamayacağı için, “üniversite mezunu” denilen üstün(!) insandan her şey bekleniyor ve üniversite mezunu her şeye lâyık olduğunu zannediyor. Oysa dünyânın hiçbir üniversitesinde liyâkat verilmez. Liyâkat, kişinin aldığı eğitimle kazandığı ehliyeti kendi çabasıyla dönüştürmesiyle ortaya çıkar. Bu da, hayâtın gerçekleriyle karşılaşmadıkça mümkün olmaz. Kişi, bir taraftan sâhip olduğu ehliyetin muhtevâsını güncel tutarken, diğer taraftan da zaman içinde kazanacağı tecrübe ile liyâkatını günbegün arttırmalıdır. Ehilyetsiz liyâkat olmaz. Liyâkat bir işte ehil olup onu en kaliteli seviyede yapabilme becerisidir. Ama liyâkat sürecine girmeyen ehliyet de üzerinde üniversite adı yazan yaldızlı bir kâğıt parçasından daha fazlası olamaz. Maalesef sosyoekomik yapımız, ehliyetimizin liyâkate dönüşmesine izin vermemektedir. İnsanımız neredeyse emekli olana kadar sınava girme, yeterli puan alma cenderesinden çıkamamaktadır. O sınavlara girilir, o puanlar alınır ama sokağa çıkınca karşıdan karşıya geçmek için trafik ışığının yeşil yanmasını beklemek gereği duyulmaz. Yapılan uyarılara da “Senden mi öğreneceğim” cevâbı verilir. 

Çünkü “öğrenince”, “geçer not” veya “diploma” alınınca işin bittiği zannedilir. Hele bir de isminin önüne “Prof” yazdırınca “tutmayın küçük enişteyi”. Profesör veya doçent olmak için köşesine çekilip gece gündüz çalışarak makale yayınlayıp puan toplarken, hayâtın gerçeklerini ıskaladıkları için ehliyetli ama liyâkatsiz kişilerin sayısı çoğalıyor. Bir işi en iyi profesörlerin yaptığı zannediliyor. Oysa profesörler veya doçentlerin çoğu sâdece belli bir puanı almak için halka hitap etmeyen konularda, halka hitap etmeyen kaynaklardan yararlanıp, halka hitap etmeyen yayınlar yapıyor. Sonra da halkımız haklı olarak “bu kadar çok üniversitede bu kadar çok hoca ne yapıyor?” diye serzenişte bulunuyor. Liyâkatin ne olduğunu kısaca şöyle açıklayabiliriz: Bir kişi, her ne iş yapıyorsa yapsın, o işi hakkıyla yapıyorsa, ister taş duvar ustası olsun, insan uçak yapsın, o kişi bilgisini yâni ehliyetini liyâkate dönüştürmüş ve liyâkat sâhibi olmuş kişidir.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *