
Küresel güçler nasıl ortaya çıkıyor?
Hegemonik istikrar teorisi
ABD Başkanı Trump’ın dünyayı yönetmekten ve onun sorunlarından uzaklaşmak istediğini, ancak bu durumu bir küresel kaosa gitmeden dengeye oturtmak istediğini söyleyebiliriz. Geçen yazıda ABD’nin kendi kıtasında devasa bir güç olarak, dünyada da kendisiyle müttefik bölgesel güçlere dayalı yeni bir ittifak, yeni bir “status quo” kurmak istediğinden bahsetmiştik. Bu aslında küresel siyasi ve iktisadi düzenin nasıl kurulduğuna yönelik teorileri akla getirmektedir. Bugün size bir Uluslar İlişkiler Teorisi olan “Hegemonik İstikrar Teorisi’ni” ana hatlarıyla anlatacağım. Önce hegemonik istikrarı tanımlayalım.
HEGEMONİK İSTİKRAR TEORİSİ NEDİR?
Hegemonik İstikrar Teorisi (HİT), siyaset bilimi, iktisat ve tarih alanlarındaki araştırmalara dayanan bir uluslararası ilişkiler teorisidir. HİT, en genel ifadeyle, “tek bir devletin egemen dünya gücü veya hegemon olduğu durumlarda uluslararası sistemin istikrarlı kalma ihtimalinin daha yüksek olduğunu” söyler. Dolayısıyla hegemonyanın sona ermesi ile uluslararası sistemin istikrarı azalır. Hegemonyanın istikrarının kanıtı olarak, HİT savunucuları sıklıkla Pax Britannica ve Pax Americana'nın yanı sıra Birinci Dünya Savaşı öncesindeki (İngiliz hegemonyasının düşüşte olduğu zamanki) istikrarsızlığa ve iki savaş arası dönemdeki (Amerikan hegemonyasının dünya siyasetindeki varlığını azalttığı zamanki) istikrarsızlığa işaret eder.
Hegemonik istikrar teorisindeki temel mekanizmalar kamu mallarının sağlanması etrafında dönmektedir: Kamu mallarına ilişkin kolektif eylem sorunlarını çözmek için, kamu mallarının sağlanmasında orantısız bir payı üstlenmeye istekli ve bunu yapabilecek güçlü bir aktöre ihtiyaç vardır. Kamu malı ile ne kastedilmektedir? Açıklayayım: İktisat biliminde, bir kamu malı (toplumsal mal veya kolektif mal olarak da anılır) hem dışlanamayan hem de ikamesi olmayan bir maldır. Bir kişi tarafından kullanılması ne diğer kişilerin o mala erişimini engeller ne de başkaları tarafından kullanılabilirliğini azaltır. Dolayısıyla kamu malı aynı anda birden fazla kişi tarafından kullanılabilir. Kamu malları arasında bilgi, resmi istatistikler, milli güvenlik, eğitim ve sağlık hizmetleri, haberleşme ve ulaştırma altyapısı, adalet teşkilatı, hukuk ve şehircilik altyapısı yer alır. Dünyanın her yerine yayılmış olan kolektif mallara “küresel kamu malları” denilebilir. Burada bahsi geçen de küresel kamu mallarıdır. Bu anlamda uluslararası ticaret ve finans kurallarının oluşturulup uygulanması, küresel güvenlik, az gelişmiş ülkelerin kalkınma problemlerine destek, küresel bir yönetişim mekanizması gibi küresel kamu mallarının üretiminden hegemon sorumlu olmalıdır. Hegemonik istikrar, kendi kendini güçlendiren iş birliğini gerektirebilir; zira kamu mallarını sağlamak hegemonun çıkarınadır ve diğer devletlerin de kamu mallarını elde ettikleri uluslararası düzeni sürdürmek onların çıkarınadır. Burada da kastedilen şey, hegomonun uluslararası sistemi kurum ve kurallarıyla oluştururken kendisine faydalı olacak şekilde oluşturmasıdır. Öte yandan bir düzenin oluşması ve kuralların konması da istikrarsızlığı ortadan kaldıracağı için diğer devletlerin çıkarınadır. Sonuçta herkesin kazançlı çıkacağı bir denge oluşacağı vurgulanır. Buna oyun teorisinde Nash Dengesi adı verilir.
TEORİNİN KURULUŞU
Charles Kindleberger, HİT ile en yakından ilişkili iktisatçılardan biridir; Benjamin Cohen’e göre Kindleberger teorinin kurucusu ve en etkili savunucusudur. Kindleberger, 1973 tarihli “The World in Depression: 1929-1939” (Buhrandaki Dünya: 1929-1939) adlı kitabında, Birinci Dünya Savaşı ile İkinci Dünya Savaşı arasında Büyük Buhran'a yol açan iktisadi kaosun kısmen, baskın bir ekonomiye sahip bir dünya liderinin yokluğuna atfedilebileceğini savunmuştu. Ancak Kindleberger'in mantığı ekonomiden daha fazlasına değiniyordu: HİT'nin arkasındaki ana fikir, küresel sistemin siyaset, uluslararası hukuk vb. açısından istikrarının hegemonun bu sistemin kurallarını geliştirmesine ve uygulamasına bağlı olduğunu öne sürer. Yani hegomon hegomonyasını kurarken bütün dünyada etkin bir şekilde çalışacak kural ve kurumların oluşturulmasını sağlamak zorundadır. Dünyadaki genel barış halinin savunulması, ticaret ve finans kanallarının etkin bir şekilde açık olması, çevre problemleri ve fakirlikle mücadelede önderlik etmesi gibi sorumluluklar hegomonun sırtındadır. Hegemonik istikrar teorisinin gelişimindeki diğer önemli isimler arasında Robert Gilpin bulunmaktadır. Gilpin, 1981 tarihli “War and Change in World Politics” (Harp ve Dünya Siyasetinde Değişim) adlı büyük eserinde dünya tarihini, geç modern zamanlara kadar olan imparatorluk döngüleri ve önce Britanya'nın, daha sonra da Amerika Birleşik Devletleri'nin uluslararası sistemi istikrara kavuşturduğu geç modern zamanlardaki hegemonyaların birbirini takip etmesi olarak teorileştirir. Gilpin uluslararası sistemin doğal olarak dengeye doğru gittiğini iddia eder. Bir hegomonyanın oluşması için farklı güçlerin mücadelesini küresel savaş veya "hegemonik savaş" olarak adlandırır ve bu savaşın sonunda kendi tercihleriyle yeni dünya düzenini yaratan ve sürdüren yeni bir hegemonun ortaya çıktığını vurgular.
Bu kısmen küresel kamu mallarının sağlanmasıyla gerçekleştirilir. Buna örnek olarak 1945'ten sonra Amerika Birleşik Devletleri'nin hegemonyası altında, Bretton Woods sistemi, Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası'nın (WB) kurulmasını, NATO gibi güvenlik ittifaklarının tesisini ve demokratikleşme yoluyla istikrarlı bir para biriminin başlatılması yönünde girişimleri gösterir. Gilpin ayrıca küresel sistemde "hegemonik savaş" sonrasında kazanılan zafer ne kadar kesin olursa yeni sistemin de o kadar istikrarlı olacağını ileri sürer. Hegemonların çöküşünün nedenlerinden biri olarak Paul Kennedy'nin "emperyalist aşırı yayılma" görüşüne katıldığını söyler. Bu durum tarihteki bütün büyük güçler için tipiktir. Roma, Osmanlı, Britanya İmparatorlukları ve SSCB belli bir büyüklük eşiğini geçince, yani hegemonyalarının ölçekleri idare edemeyecekleri kadar büyüyünce bu imparatorlukların gerileme süreci de başlamıştır. Bu durumun ABD’nin hegemonyası içinde geçerli olduğunu, olması gerektiğini söyleyebiliriz. İşte Gilpin, belirli bir aşamada genişlemenin maliyetlerinin faydalarını aşması, sistemdeki güç dağılımının değişmesi ve diğer devletlerin yükselip hegemona meydan okuması nedeniyle tüm hegemonların kaçınılmaz olarak düşeceğini belirtir. Sonunda mevcut hegemonun gücüne yaklaşan tatminsiz bir büyük güç, yeni bir küresel savaşa neden olacak ve döngü tekrarlanacaktır.
HEGEMONU BELİRLEYEN NİTELİKLER
Bir milli devletin hegemon seviyesine yükselebilmesi için aşağıdaki niteliklerin tamamının veya çoğunun bir araya gelmesi gerekir:
-Yeni uluslararası kanunlar ve organizasyonlar oluşturabilmek için üstün askeri güce ihtiyaç vardır. Askeri güç olmadan ne bir hakimiyet tesis edilebilir ne de kurulacak uluslararası sistemin güvenliği sağlanabilir.
-Her ne kadar bazı durumlarda hegemonlar ada ya da yarımada üzerinde olmasa da hegemonların çoğu ada veya yarımadalar üzerinde bulunur. Belli bir korunaklı coğrafi alana yerleşik olmak ek güvenlik ve askeri güçleri yönlendirme potansiyeli sağlar. Örneğin Roma ve Osmanlı İmparatorluklarının merkezleri yarımada üzerine kurulmuşken Britanya bir ada devletine dayanır. Öte yandan ABD de bir ada devleti sayılabilir. ABD Pasifik ve Atlantik okyanusuna bakan iki devasa sahile sahiptir ve komşuları Kanada ve Meksika uzun süreli müttefikleridir. Bu da ABD’yi kendi zamanındaki diğer büyük güçlerden ayırır.
-Büyük ve büyüyen bir ekonomi. Bir devletin hegomon olabilmesi için genellikle en az bir önde gelen iktisadi sektörde veya teknolojik alanda rakipsiz üstünlük gereklidir. Askeri ve ekonomik güçler hegomonun kurduğu sistemin kurallarını uygulama ve uygulatma kabiliyetini oluşturur.
-Sistemin kurallarını uygulayarak hegemonik bir rejim kurma ve yönetme iradesi. Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra ABD liderlik etme kapasitesine sahipti, ancak bunu yapacak iradeden yoksundu. Kendi kıtasına çekilerek izolasyonist politikayı savundu. Uluslararası sistemde istikrarı zorlama iradesi olmayan ABD, Büyük Buhran'ın veya İkinci Dünya Savaşı'nın başlamasını önleme fırsatını kaçırdı.
-Bir hegemonun, diğer büyük güçler ve önemli devlet aktörleri tarafından karşılıklı olarak yararlı olarak algılanması gereken sisteme bağlı kalması gerekir. Yani hegomon “Ali kıran baş kesen” olmamalıdır, diğer aktörlerin taleplerine cevap verebilmeli ve onların rızasını kazanabilmelidir.
HEGEMONİK İSTİKRARI ANLATAN ALTERNATİF TEORİLER
Hegemonya üzerine araştırmalar iki düşünce okuluna ayrılabilir: realist okul ve sistemik okul. Her okul daha da alt bölümlere ayrılabilir. Her ekolden iki baskın teori ortaya çıkmıştır. Realist Okul içinde Robert Keohane'nin "Hegemonik İstikrar Teorisi" ve A.F.K. Organski'nin “Güç Geçişi Teorisi” söylenebilir. Sistemik okulda ise George Modelski'nin benimsediği “Uzun Döngü Teorisi” ve Immanuel Wallerstein'ın benimsediği “Dünya Sistemleri Teorisi” sayılabilir. Ben bir iktisatçı olarak kendimi Uzun Döngü Teorisine yakın hissediyorum. Bu yüzden George Modelski’nin Uzun Döngü Teorisi’nden devam edeceğiz. Bu teori Kondratieff’in Uzun Dalga olarak bilinen ve teknolojik paradigmalarla paralel giden 45-60 yıllık konjonktür dalgaları ile de uyumludur. Bir sonraki yazıda, bu yüzden Kondratieff Dalgaları ve Modelski’nin Uzun Döngülerini ele alacağım. Yukarıda da belirttiğim gibi, kendi döneminde bir hegomonun hem ekonomik güç olması, hem teknoloji lideri olması hem de askeri güce sahip olması gerekir. O yüzden bu iki teorinin birlikte değerlendirilmesi önemlidir.