
Dijital Gözetim: Görünmez Zincirlerin Gölgesinde Yaşamak
Günlük hayatımız, farkında bile olmadan dijital bir dört duvara dönüşüyor. Sabah uyanır uyanmaz kontrol ettiğimiz telefonlarımız, sosyal medyada kaydırdığımız sonsuz akışlar, online alışverişlerde bıraktığımız izler… Her şey "veri avcısı" gibi çalışıyor. Ancak bu gözetim, devletlerin veya şirketlerin tekelinde değil; bizler de birbirimizi izliyor, yargılıyor ve veri havuzuna katkı sağlıyoruz. Peki, tarihte iktidarın sembolü olan panoptikon, nasıl oldu da bugün hepimizin gözetim ağına dönüşen "omniptikon"a evrildi? Mahremiyetimiz, dijital çağda geri dönülmez bir bedel mi?
Panoptikon’dan Omniptikon’a: Gözetimin Demokratikleşmesi
18.yüzyılda Jeremy Bentham’ın tasarladığı panoptikon, merkezi bir kule etrafında örgütlenen hapishane modeliydi ve mahkûmlar, her an izlenebilecekleri hissiyle otokontrol geliştiriyordu. Foucault’nun dediği gibi, bu yapı, iktidarın bireyi disipline etme aracıydı. Ancak bugün, gözetim artık tek yönlü ilerlemiyor. Hem çok katmanlı ve hem de çift taraflı. Her hareketimiz, omniptikon adını verebileceğimiz yeni bir düzeni besliyor: Herkesin herkesi izlediği, verinin sınırsızca üretildiği bir ağ.
Bu dönüşümü Bauman ve Lyon, "sinoptikon" (çoklu izleyici) ve "süperpanoptikon" (veri tabanlı gözetim) kavramlarıyla açıklıyor. Gözetim, demokratikleşirken mahremiyet ise lüks bir kavram haline geliyor.
Neden Gözetlenmeyi İstiyoruz? Beğenilme Açlığı ve Data Kafesi
Shoshana Zuboff’un "Gözetim Kapitalizmi" kitabında belirttiği gibi, günümüzde en değerli kaynak petrol değil, bireylerin verileri. Peki neden bu kadar değerli olan bilgimizi özgürce paylaşıyoruz?
Cevap basit: Görünmez olmaktan korkuyoruz. Zygmunt Bauman’ın dediği gibi, "Beğenilmemek, modern çağın en büyük korkusu." Beğenilme arzusu, dijital platformlara verilerimizi sunmamıza neden oluyor. Kendi gözetimimize rıza gösteriyor, hatta bu sistemin parçası haline geliyoruz.
Dijital Mahremiyet: İmkânsız Bir Ütopya mı?
Sosyal medya, bir yandan özgür ifade alanı sunarken diğer yandan dijital panoptikon işlevi görüyor. Warhol’un “15 dakikalık şöhret” kehaneti, TikTok fenomenleriyle gerçek oldu. Ancak bu şöhret, kişisel verilerimizin bedeliyle satın alınıyor.
Gözetim mi, Özgürlük mü?
Dijital çağ, bize sınırsız erişim vaat etmişti. Ancak bu erişim, görünmez bir kameranın lensi altında yaşamak pahasına. Postmodernizmin bireyi nesneleştirdiğini söyleyen Anderson (2002) haklı mı? Yoksa mahremiyeti korumak hâlâ mümkün mü?