Yeni Birlik Gazetesi
İstanbul
Açık
24°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
Ara

‘O’ noktaya ulaşmak

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

Kişinin kendini var etme süreci hep biraz sancılıdır. Öğrenme serüveni, bilinç düzeyine ulaşma hali, öğrendiklerini alışkanlığa dönüştürme hali, alışkanlığı da sürdürülebilir kılma hali... Bütün aşamalar sonucunda ise ‘o’nu var etme…

 

Varoluşçuluk felsefesi, 2 ayrı savaş atlatmış bir dünyada yaşayan insanların kendi özgürlüğünün peşine düşmesi sonucu oluşan, bilinç düzeyinde gerçekleşen fenotip olarak karşımıza çıkıyor.

 

20. yüzyılda Avrupa’nın orta yerinde çıkmış bu akım, benim bahsettiğim ‘kendini var etme’ konusunu aslında uzaktan da olsa karşılıyor diyebilirim. Varoluşçuluk kavramını ilk kullanan Heinemann da dahil olmak üzere Egzistansiyalizm savunucuları diyor ki; Varoluş özden önce gelir. İyi güzel ama ne demek bu, ne anlamamız lazım şimdi bu cümleden bizim? Sartre şu şekilde özetliyor; İlkin insan vardır; yani insan önce dünyaya gelir, var olur, ondan sonra tanımlanıp belirlenir, özünü ortaya çıkarır. Bu varoluşçuluğu ben ise şu şekilde okuyorum; insan doğduğunda sahip olduğu tabula rasa’yı doldurmakla mükelleftir. Bu tabula rasa deneyimler sonucunda dolmaya başlıyor olsa da asıl tercihlerimiz karşılığında edindiklerimizle şekilleniyor. Kendini var etmek, dediğimde herkesin anladığı farklı olsa dahî anlam tektir. Biz varlığını anlamlı kılmak zorunda olan canlılarız. Var olmayı sadece nefes almak seviyesine indirgeyemeyen, gerçekleşme sebebinin peşine düşen canlılarız.

 

Kendini yoktan var etmek için deliren sanatçılara şahit olduğumuzu hatırlatmak isterim. Azla yetinmeyen, çok olana giden yol uğrunda raydan çıkanlar… Freud bunu “başarıları yüzünden mahvolmuş insanlar” olarak özetler. İnsanın kendi varlığını sorgulaması ve o varlığa anlamlı bir vücut bulmak isteği bir kısır döngüdür. Bu kısır döngü içinde insanlar bazen zorlanabilir; çok normaldir.

 

Sanat, hayatın bir yansıması olarak karşımıza çıktığında görüyoruz ki bu hep böyle olmuş. Her insan varlığını anlamlandırmak için bir sanat dalına illa başvurmuştur. Yönetmenlerin; ünlü yönetmenlerin kendini sinemanın beyaz perdesinde var etme arzusuna çokça şahit oluruz. Biz bugün bile bir araba bagajına konumlandırılmış kamera açısından Tarantino’yu, oyuncunun kafası aşağıda gözleri yukarda olacak şekilde kameraya dik dik bakmasından Kubrick’i, sahneler arası geçişlerde hava olaylarının müthiş kullanımında Kurosawa’yı tanıyabiliyorsak bu yönetmenler sanatı aracı kıldıkları bu dünyada kendilerini var etmek için bir imzaya ihtiyaç duyduklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. Yıllarca kendi varlığını bağıra bağıra gösterebilmek için beyninin sürrealist kısmını en üst düzeyde kullanan Salvador Dali bile “Mükemmellikten korkmayın asla ona ulaşamayacaksınız” diyorken, bizim zorlandığımızı söylemekten kaçınmamız çok amatör bir reddediş olacaktır. Demiştim ya; bu yol zaten sancılı ve çok boyutlu bir yol. Bir isim söyleyin bana, delirmeden, uğraşmadan kendini var edebilmiş olsun... Konu Vincent van Gogh olduğunda ise delilikten mi var oldu yoksa var olduğu için mi delirdi tartışmasını ne yazık ki yapamıyoruz. Malumunuz üzere kendisinin bir kriz anında kulağından bir parça kestiği, bu parçayı ise sıkça ziyaret ettiği genelevdeki bir hayat kadınına hediye ettiği hikayesi onlarca yıldır konuşulur. Kesik kulaklı halinin portresini yapıp 2 yıl sonra intihar etmek her akıllıya nasip olmaz.

Mükemmeli yakalamak ve var olduğumuzu hatırlamak için sanat öyle eşsiz bir deneyimdir ki, içine girdikçe hep daha iyi çıktılar almaktan geri duramazsınız. Görünen o ki, sinemadan çağdaş sanata tüm sanat dallarını en ince nüanslarına kadar tatmış olan her aklı selim kişi, deliliği kıyısından köşesinden tatmış. Öyle derin ve yoğun bir duygu ki kendini var etme eylemi, içine daldıkça dipsiz bir deryaya ulaşıyoruz.

 

Velhasıl kelam tüm çabalarım sonucu kendimi var etme yolunda delirdim; ama sorun değil, zaten her sanatçı biraz deli değil mi?

 

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *