İstanbul
Açık
12°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce

''SIKINTI YOK!''

YAYINLAMA:

Farkında değiliz fakat giderek birbirimizi daha az anlıyoruz. Bu bizi ürkütmüyor. Başımıza ne geldiğinin ve neye mal olduğunun da farkında değiliz. Anlıyormuşuz gibi yapıyoruz. Anlaşabiliyormuşuz gibi devam ediyoruz hayata. Çünkü elimizden ve dilimizden fazlası gelmiyor. Konuşamıyoruz. Kelimelerimizi kaybettik. Daha az kelime, daha az düşünebilmek demek. Dolayısıyla daha az cümle kurabilmek. İçimize hapsolan duygular, kendimiz bile tanımlayamadığımız için çoğu zaman, paylaşamadığımız ve çözümleyemediğimiz arızalara dönüşüyor. Belki yüz kırk karakterle idare etmek, fikrin özünü ifade etmek açısından bir pratik kazandırdı ama diğer taraftan simgesel tepkiler ve maymuncuk gibi her kapıyı açan fakat içeri buyur edilmeyen ve maalesef cevap yerine geçen yoz iletişim sözcükleri yerleştirdi dilimize.

“Aynen” nedir?

Eskiden sokak dili diye tarif ettiğimiz ve belki darlığına tahammül ettiğimiz az kelimeli dil dünyası giderek okumuşları ve “ekran aydınlarını” da kuşattı. “Aynen” diyor adam… Yani? Yani “sıkıntı yok!” İyi o zaman. Her şey güllük gülistanlık, hücrelerimize sızılmış aynen ve ruhumuz çalınmış; sıkıntı yok! Ve bu gelinen durumu nasıl tartışacaksınız? İlaveten lügatten “şey”i çıkardığınızda, yeni nesil neredeyse “mee”lemeye başlayacak. Dilin fakirliği bir tarafa, anlaşamıyor olmak bir tarafa… Hazin olan bir gerçek daha var ki, üslubu ve nezaketi kaybediyoruz.

Bu üslupsuzluk ve kabalık içinde, bırakın kelimelerden düşünce sarayları inşa etmeyi, çatısız gecekondularda fikir beyan edemiyoruz ki, fikir ve çözüm geliştirebilelim. Ne mi söylüyorum? Nihad Sami Banarlı televizyonu açıp biraz dinleseydi, kendini nerede sanırdı acaba? “Türkçenin Sırları” kitabının üstadı bizim “sıkıntı yok” deyip ufaladığımız dünya için ne kadar gözyaşı dökerdi? Banarlı, Türkçe’nin Sırları’nda; Türkçe'nin bir imparatorluk dili olduğuna işaret eder. Türkçe'nin hüküm sürdüğü imparatorluk içinde kullanılan ve halk tarafından benimsenen kelimeleri değiştirmemek gerektiğini vurgulayarak bunun yanlışlığına temas eder: "Bir dilin doğuşunda, karakterinde, ananesinde ve dehasında başka dillerden derlenmiş kelimeleri millîleştirme hayatı ve kudreti varsa artık o dili öz dil yapmaya kalkmak, dili kendi tabiatından ve dehasından uzaklaştırmaktır ki, bunu ancak cehaletin ve dalâletin elleri yapar. Hakikat şudur ki Türk milleti gibi asırlarca hatta çağlarca dünya sathında konuşmuş büyük ve fatih bir milletin dili öz dil olamaz imparatorluk dili olur." Bu tarif ne ifade ediyor şimdi? Dil ile deha ilişkisi mi? Aynen! Ne “aynen”i? Neyin “sıkıntı yok”u? İmparatorluk dili mi? Dilim dilim yok olmuş bir dil ve anlayış fukaralığı mı?

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...